7 Aralık 2011 Çarşamba


Bugün birkaç sayfa meal okuduktan sorna düşündüm de, öleceğiz.. Hem sadece biz değil, kıyametle dünya da ölecek. Üstüne binalar kurduğumuz, teknolojiler geliştirdiğimiz, daha hızlı ve rahat yaşamak için arge yaptığımız herşey bir anda yok olacak.. Yapmaya başladığım internet projesinin hiç bi anlamı kalmayacak. Ben öldükten sonra birileri devam ettirse bile eninde sonunda bir son bulacak. Facebook'un en fazla kıyamete kadar ömrü var..

Kendimi bildiğimden beri zenginlik görmedim. Ben yokken de hem annem hem babam alt gelir grubundanmış zaten. Bir gün üste çıkarız diye umut ederken, daha da düşmediğimiz için şükrettik. Umutlar şimdi benim üzerimde yoğunlaştı. Bir gün Yusuf mezun olur ya da projesi tutarsa annemin bulaşık makinesi, babamın da ford transit'i olacak mesela :) 55 yaşına geldi babam artık transit'ten vazgeçti.. 55 yıldır dünya adına kurduğu hayallerinin(ama hep şükretti) neredeyse çoğu ortada kaldı. Şimdi hayalleri çok daha farklı, ihtiyarlık görünmeye başladı. Aynı şeyler dedem için de oldu eminim. Gençken kurduğu hayallerin bir çoğu olmadı.

Ömür dediğin ortalama 60 sene. Sorsan babama 55 yıldan ne anladın, göz kırpma süresi kadardı der. Bu kadar kısa ömür, sonlu bir dünya, ama biz sürekli hayaller kurup onların peşinde durmadan koşuyoruz... Anlamsız değil mi sizce?

Önümüzdeki yıllarda o üst gelir grubuna çıkma gibi bir ihtimal var. Mesela bu sene oturduğumuz evden taşınmayı düşünüyoruz. Sebeplerin en büyü evin babam kadar yaşlı olması ve yıkılacak duruma gelmiş olması. Ama biz bu evde çıkınca bir üst düzeye atlamış olacağız. Bi kere kombili bir evde oturcaz artık. Soba yakma zahmeti(?) olmayacak, odalarının bi çoğu sıcak olacak, banyo sobası diye birşey olmayacak vs vs.. Sanki burdan gidince kazanmak yerine kaybedecekmişiz gibi geliyor bana. Sanki burdan gidince, sadeliği, az ile yetinmeyi, şükretmeyi kaybedecek gibiyiz. Burdan gitmeyi en çok isteyenlerden biri de benim aslında ama en çok özleyeceklerden biri de benim heralde. Ne de olsa çocukluğum burda geçti. Sabahları güneşin doğuşuyla evin aydınlanmasını özliyecek gibiyim.. Acaba annem de özler mi, salonda leğende çocuk yıkadığı günleri?

İnsan nedense çektiği sıkıntılar biterken, sıkıntılarını özleyeceğini düşünüyor. Netekim özlüyor da.. Çekerken bitse de kurtulsak dediği günler, bitmeye başlarken "hey gidi günler" oluveriyor.. Böyle bir dengesiz varlığız işte. Ne istediğini bilmeyen ama istekleri de hiç bitmeyen, neyle mutlu olacağını bilmediği halde mutlu olmak için hayaller kuran, mutlu olsa da geçici olacağını bilen..

Bazen diyorum ki, boşver dünyayı vakfet kendini. Hizmet et, yalnız(bir tek rabbinle) kal. Dünya'dan uzaklaş, isteklerinden arın, hiç bir şeye sahip olma. Ama o da olmuyor, işin tefrit kısmına giriyor. Zaten bunu yapamayacağımmı da biliyorum ama içimde bazen bu hayata dair güçlü bir istek oluşuyor. (çabuk kayboluyor)

Sahip olduğumuz her şey geçici, boş, anlamsız.. Galiba ilerleyen yıllarda sadeliği, azlığı, hatta yokluğu bile özleyeceğim.. Sahip olmak istediğim şeyler, olsanız bi türlüü olmasanız bi türlü...
http://yakupbugra.tumblr.com/post/10571091093/bahar-cicekleri-sarsa-her-yan-benim-icimde-bir

21 Ekim 2011 Cuma


Hep derler ya, dünya hızla değişiyor diye. Aslında dünya o kadar da hızlı değişmiyor. Dünyayı algılamamızdaki değişiklik ile dünyanın değişimi birleşince çok hızlıymış gibi geliyor. Çocukken dunyayı nasıl algılıyorduk, şimdi nasıl, ilerde nasıl olacak.. Belki biz, dünyadan daha hızlı değişiyoruz? Dünya bize ayak uyduramıyor belki de. Çocukken kurduğunuz hayaller, düşünceler ile şimdiki hayallerinizi, düşüncelerinizi karşılaştırın bakalım; hayalleriniz ne kadar değişmiş? Peki o günden bu güne dünya ne kadar değişmiş? Karşı koyamadığınız, bir daha asla geriye dönemediğiniz bir değişim.. Ne yaparsanız yapın o değişimi durduramayacaksınız. Geçmişi hep özleyeceksiniz, geleceğe hep hayaller kurarak umutla bakacaksınız, bugünü de farkında olmadan geçireceksiniz.

---------

Bazı insanlarla yaşadığınız şeyleri asla silemiyorsunuz içinizden. Sildim deseniz de, defterleri kapatıp rafa kaldısanız da yalan oluyor. Bir de bakıyorsunuz farkında olmadan defter önünüzde yeniden açılıyor. Sonra yine rafa kaldırıyorsunuz, sonra yine açılıyor. Çözümü yok heralde bunun.

18 Ekim 2011 Salı

Herkes sonbaharın geldiğiyle ilgili yazılar yazıyordu. En çok da Cahit Zarifoğlu'nun "Bir ölüm vefalı bir de sonbahar" sözünü paylaşıyordu insanlar. Aynı sözü onlarca defa görmekten gına gelmişti :) Bugün ilk defa ben de hissettim sonbaharı. Çok sert bi rüzgâr vardı dışarda. Yerler neredeyse yapraktan görünmüyordu. Dilime birden Kaf Dağının Ardında şarkısı dolandı. Mırıldana mırıldana yürüdüm sokakta. Eve gelince ise yansımalar listesi ile devam ettirdim. 

Sobayı yaktıktan sonra camın kenarında loş ışıkta kitap okumak ise başka güzeldi. 

Yalnızlık da bazen tatlı oluyor.

Velhasılı Ankara'da sonbahar başladı benim için.

Ek: Bu akşam ilk ayvayı da yedim :)

5 Ekim 2011 Çarşamba

2 Ay Sonra


Yeniden blog yazma yetisine/alışkınlığına/isteğine kavuştum galiba :) 2 ay olmuş yazmayalı,  ne yaptın diye sormayın hiç hatırlamıyorum. Bir ara İstanbul'da staj yaptım o kadar. En son hatırladığım şey ise 2 gün önce bizim sınıfın ilk düğününe gitmiş olmam. Ben mi? Uzatmalara girdim okulda. 2 sene daha okuldaymışım gibi görünüyor. Bu arada işe başladım, yarı zamanlı yazılımcıyım artık.

Kış geldi, eve sobayı kurduk. Özlemişim sobanın sıcaklığını. İlk yaktığımız akşam sanki evi değil de ruhumu ısıttı mübarek. Seneye büyük ihtimalle sobasız bir evde oluruz, özlerim kendisini. Son senemizi mutlu geçirelim istiyorum sobamızla. Gerçi babannem, kombili ev de olsa ben sobadan tarafım, soba yakarım(?) diyor ama bakacaz artık. Geçmişteki her "zorluk" gibi sobayı da özleyeceğimden eminim..