25 Şubat 2011 Cuma

Önümüzdeki hafta gazetede köşe yazarı olcam !


Efenim, Biizn-i Hüda tarafından bu büyük ödüle layık görülmüşüm. Ne zamandır blogumu okuyor bilmiyorum ama heralde beğenmiş olmalı. Daha önce bir iki mim almıştım ama bu ilk ödülüm oldu. Yazarlık basamaklarını nefes nefese tırmanırken bu ödül benim için iyi gaz oldu :P Ekrem abiyle konuşayım da bana gazeteden bi köşe ayırsın. Artık vakti geldi yani. A.T.A. üstadımdan neyim eksik :P

Şaka bir yana aslında ben pek beğenmiyorum yazdıklarımı ama zaten beğenilsin diye de yazmıyorum. "Güzel gören güzel düşünür" düsturuna dayanarak, blogumu beğenenler için "o sizin güzelliğiniz efenim" diyorum. Şimdi bu ödülü ben de beğendiğim blogculara paslıyım. Ama sakın ha ödülü görüp de benim gibi gazete köşelerine göz dikmeyin. Yer yok arkadaşım doldu !!



http://bidosttt.blogspot.com/ kapattı ama gıyabında gönderiyorum :)



Diğer arkadaşlardan da özür dilemek isterim. Uzun zamandır blog takip edemediğim için açıkçası kimsenin blogundan da zevk alamıyordum. Sahalara geri döndüğümden beri yeni yeni takip etmeye başladım. Söz artık herkesi düzenli olarak takip ediciim :)

19 Şubat 2011 Cumartesi

Farketmek

Daha önce söylemiştim, Tarık Tufan'ın kitaplarını okumaya başladığımı. Çok hoşuma gitti kitaplar ve Tarık Tufan. Tabiri caiz ise yeni bir cevher keşfettim :) Bugün de televizyonda Serdar Tuncel'in programında gördüm Tarık Tufan'ı. İlk defa canlı sohbetini dinledim. Kitaplarındaki bunalım karakterin tam aksine geyik diyebileceğimiz bir tarzı var :) Çok neşeli birisi.

İlginçtir, birini ya da bir şeyi keşfettikten, onun farkına vardıktan, onu biraz tanımaya başladıktan sonra her yerde onunla ilgili şeyler görmeye başlıyorum. Mesela, Tarık Tufan'ı keşfettikten sonra nerdeyse hergün onunla ilgili bir şeyle karşılaştım. Bir arkadaşım, blogunda onun bir konferansına gittiğini yazmış, bugün tv'de o vardı... gibi şeyler. Bu sadece insanlar için değil, bir sürü şey için de böyle oluyor. Mesela, bir kavramı öğrendikten sonra onunla sık sık karşılaşıyorsun. Farkındalık böyle bir şey olsa gerek. Aslında buna bilmek de diyebiliriz. Artık sen o şeyi biliyorsundur. Eskiden bilmediğin için yabancıydı sana ve önemsemiyordun. Ama artık bildiğin, tanıdığın için karşılaştığın zaman farkediyorsun. Hayatının içine o da girmiş demektir bu.

18 Şubat 2011 Cuma

Duygusal mısın?

Evet nolmuş? :P 

Nedendir bilmem ama erkekler duygusal olamaz gibi bir hava var toplumun genelinde. Hele ağlamaya hiç ama hiç hakları yoktur. Ya kızar ya da güler. Başka bir alternatif yok :)) Şaka bir yana, bu duygusallık meselesine kafa yorasım geldi bu gece. Blogumu okuyanlardan, benimle sohbet edenlerden öğrendiğim kadarı ile duygusal biriymişim :) 

Kimisi burca yorar bunu, kimisi aileye, kimisi şuna buna... Yaratılıştan gelen bir duygusallık vardır evet ama bence  duygusallığın büyük kısmı sonrada ediniliyor. Bir nev'i öğreniliyor diyebiliriz. Yani en azından benim için öyle oldu.  Zaman içinde insan, çevresi, okudukları, izledikleri, yaşadıkları ile değişiyor. Ben de duygusallık yönünde bir değişime uğradığımı düşünüyorum.

Benim hizmetten olduğu herkes bilir (bilmeyenler de öğrenmiş oldu). Lise birinci sınıfta iken bir haftasonu yine abilerde kalıyorduk :) Mevlit kandiliydi heralde, eve esnaflar felan gelmişti. Sohbet mohbet derken bi CD taktılar. Nurullah Genc'in yağmur şiirini nasıl yazdığını anlattığı video (bkz: link) Işıklar kapalı, tv ekranına bakıyoruz. Biraz izledikten sonra baktım bizim abi gözlerini siliyor, bi başkası başını eğmiş ağlıyor felan... Lan noluyo dedim kendime. Ne var bunda ağlayacak amma duygusal adamlar bunlar diye düşünüyordum. O gün anlamamıştım niye ağladıklarını. Bizim abi gurbette ya anasını özledi felan gibi saçma şeylere yormuştum :) Yoksa bi insan nasıl ağlar ki... 

Bu olayı hayatımdaki kilometre taşlarından birisi olarak alabilirim aslında. Sonraları ben de abi oldum, ben de ağlamayı öğrendim :) Öyle ki her gece ağladığım olurdu (utanma smileyi) Aslında utanacak bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Asıl ağlamayanlar utanmalı durumundan. Efendimizin dediği gibi, "yaşarmayan gözden Allah'a sığınırım" Ağlamayı unutmuşuz(ya da unutturulmuş) meğersem. Tabiri caiz ise kütük olmuşuz. Maneviyatı sadece 5 vakit namaz bir de sonunda "allaam bana ev ver, araba ver, iş ver, para ver" şeklinde yapılan  duadan ibaret sanıyoruz. Bir damla göz yaşı, cehennemin alevlerini söndürebilir... 

Duygusalım evet :) Ara sıra ağlarım evet :) Eskiden daha sık ağlardım ama aktif hizmetten çekilince ağlayacak derdim de kalmadı :( Derdi olan ağlar ama her dert te ağlatmaz adamı. Derdi para olan, mal-mülk olan ağla(ya)maz. Derdi O'nun rızası olan, O'nun sevgisi olan ağlar ancak. O'nun için ağlayan göz cehennem alevlerini görmez...

Neyse efenim ağlamaktan bu kadar bahsettiğim yeter :) Okuyan da bizi sürekli ağlayan biri zannetcek ama nerdeeee :) Asıl konuya gelirsek, duygusal olmak iyi bir şey bence. Duygusallık beraberinde tevazuyu, yumuşak huyu, mütebessimliği de getirir. Karşındaki insana kendini sevdirirsin. Zaten duygusal olduğun için sen de onu seversin. Ohh miss gibi geçinip gidersiniz. Ama bunun tam tersi olduğu durumlar da yok değil. Her iyi hasletin olduğu gibi duygusallığın da sömürüldüğü durumlar olabiliyor. İnsanlar sizi, bazen ciddiye almıyor, bazen anlamıyor, bazen küçük görebiliyor, bazen... bi sürü şey. Bazen kız gibisin bile diyebiliyorlar adama :)) En çok da bu düşündürüyor beni. Harbi harbi öyle mi oluyorum yoksa diye şüphe duymaya başlıyorum :P

Duygusallık konusu böyle bişey işte. Yine içimden gelenleri tam anlatamadığım bir yazı oldu :) Yine Akif'in dedi gibi "dili bağlı kalbimin". Sayfalarca yazabilecek şeyler geçiyor aklımdan ama buraya yazamıyorum. Neyse efenim bir sonraki yazıda ise Tevazu konusunu ele almak istiyorum. O konuda da epey bi sıkıntı var yani :)

12 Şubat 2011 Cumartesi

Onu da yarın düşünürüz

Bu günlerde bir öneri üzerine Tarık Tufan'ın "Ve sen kuş olur gidersin" isimli kitabını okuyorum. İçinden, çok etkilendiğim bir kısmını yorum yazmadan paylaşmak istedim. Yazar, sokakta dolaşırken, dışarda yatan yalnız bir adam görüyor. Onunla bir şekilde iletişime geçip konuşmak istiyor. Cebinde de bir miktar para var ve bu parayı ona vermek istiyor:

"Al bunları. Fazla bir şey değil ama atıştırırsın işte."
"İstemem"
"Ne demek istemem !"
"......."
"Yaa... al şunları da sende dursun."
"İstemiyorum."
"Lazım olur belki"
"Benim param var."
"Bak bir kere daha aynı şeyi söyleyip almamıştın."
"Param yarına yeter."
"O zaman öbür gün kullanırsın. Nasıl olsa biter. Nedir bu tavrın sana kötülük mü ediyorum Allah aşkına?"
"Onu da öbür gün düşünürüz."
Doğru duyduğumdan emin olduğum halde tekrarlamasını istedim.
"Ne dedin?"
"Onu da öbür gün düşünürüz. Biriktirmenin ne anlamı var? Deli gibi didinip durmanın faydası yok. Ölüm var, ölüm! Bana bak bazıları ölmeyi istese de beceremezler, sakın unutma bunu"

Devamını kitapta. Kitap yazarın iç dünyasını anlatıyor diyebilirim. İnce bir kitap ama yazarla beraber  düşüncelere daldığım için öyle çabuk bitmiyor :)  

5 Şubat 2011 Cumartesi

Ümitsiz hayat?

Bir arkadaşın "ümit etme" sözünün üzerine aklıma şöyle bir soru geldi; ümit olmadan nasıl olurdu hayat?

Ümit olmasaydı istemek de olmazdı çünkü, ikisi biribirine bağlıdır. İstemediğin şeyi ümit etmezsin, ümit etmediğin şeyi de istemeye gerek duymazsın. İstemek olmayınca, birçok insan için dua olmazdı. Çünkü ekseriyetimiz için dua istemekten ibaret.. Duamız olmayınca da ehemmiyetimiz olmazdı... 

Basit bir mantık yürütme yapınca sonucu buraya kadar varıyor. Belki de bu yüzden Allah ümitsizliği yasaklıyor... Düşünsenize ümit etmeseniz dua edermiydiniz? Nasıl olsa olmayacak ne gerek var duaya derdik heralde.

Soruya bir başka açıdan bakarsak, ümit olmasaydı imtihan da olmazdı diyebiliriz. İnsan ümit eder, ümit ettiği şey gerçekleşirse şükreder. Gerçekleşmezse sabreder. Bu da imtihanın temel felsefesi değil midir? Musibetlere sabır, nimetlere şükür...

Üzerine daha çok düşünmek lazım ama saat geç oldu.

3 Şubat 2011 Perşembe

Güldür gül



Gül olanın aslı güldür
Peygamberin nesli güldür
Girdim şahın bahçesine
Cümlesi aşı güldür gül

Asmasında gül dalları
Kovanında gül balları
Ağacında gül hâlleri
Selvi çınarı güldür gül

Açıl gel ey gonca gülüm
Ağlatma şeydâ bülbülün
Şu inleyen garib dilin
Âh-u efgânı güldür gül

Gülden terâzi yaparlar
Gül ile gülü tartarlar
Gül alırlar gül satarlar
Çarşı pazarı güldür gül

Gel hâ gel gül ey Nesîmi
Geldi yine gül mevsimi
Bu feryad bülbül sesimi
Sesi feryâdı güldür gül