26 Haziran 2010 Cumartesi

Nerdesin !

Bu akşam içimden "nerdesin" diyesim geldi. Böyle durumlarda genelde antoloji.com'a girer ve o konuyla ilgili şiirlere bakarım. Bazen güzel şiirler çıkar karşıma. O şiirler sanki içimdekilere tercüman olurlar. Şiir yazmasını hiç beceremediğim için genelde başkalarının şiirlerini okuyarak, yazarak içimdekileri anla(t)maya çalışırım.

Arama kutusuna "nerdesin" yazdığımda 863, "neredesin" yazdığımda ise 585 tane şiir çıktı. Meğer ne çok  arayan varmış. Ne çok bekleyen varmış !  Herkes birini bekliyor. Kimisi sevdiğini kimisi ise bir kahramanı bekliyor. Hep arıyorlar ama bulsalar bile bulduklarını anlamayacak gibiler. Aslında aramaktan zevk aldıkları için, o arama eyleminin bitmesini de istemiyorlar. Çünkü aradıklarına kavuştukları an, bütün büyü bozulmuş olacak. Artık aramıyor olacaklar. Aramanın verdiği o güzel hüznü duyamayacaklar. Hani meşhurdur, Mecnun Leyla'yı çölde görünce tanımamış. Mecnun Leyla'ya değil, aslında aşkın kendisine aşıkmış. Tıpkı bunun gibi arayanlar, bekleyenler de aslında aramanın/beklemenin kendisini seviyorlar ve aslında hiç bitmesini istemiyorlar.

Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpertiyle dolar: Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki, ben onu,
Aşıkıyım beni çağıran bu sesin.

------------------------------------------

Yıllarca hayaller kurup durmuşum
Kaf dağını aştım gayrı yoruldum
Kalbimi açtım da sana vuruldum
Şimdi gönül seni arar, Nerdesin?

Gelmiyorsun bana, bir engel mi var?
Duy artık sesimi, ey vefasız yar
Yokluğunun gamı gönlümü sarar
Gönül yalnız seni arar, Nerdesin?

Pusulası kayıp şaşkın kaptanım
Seni bulamazsam dinmez ki gamım
Gel artık sevgili bitsin hazanım
Göz yaşlarım durmaz akar, Nerdesin?

------------------------------------------

Nerdesin, yıllarca hasretini çektiğimiz kahraman? Neresin hayallerimizin güvercini, rüyalarımızın üveyki? Nerdesin (ba’suba’del mevt)imizin müjdecisi? Istırap dolu günlerimizde, uykusuz geçen gecelerimizde hep yolunu bekledik dur­duk. Ufkumuzda beliren her karaltıya, “bu O’dur” deyip, tür­küleriyle yollara döküldük. Gurublara kadar beklediğimiz nice günler vardır ki; kolumuz, kanadımız kırık evlerimize dönerken, zambaktan hülyalarımızla tesel­li olup durduk. Nerdesin ve ne zaman geleceksin, esatiri yiğidim! Billahi, şu ölgün ruhların, porsumuş gönüllerin hayat mumları sönmek üzeredir. Eğer canlara can katan te­miz soluklarınla imdada yetişmezsen; kuruyan göllerimizde, suyu çekilen havuz­larımızda yaprağı dökülmedik tek nilüfer kalmayacaktır. Bağban gideli, bağ bozulalı asırlar oldu. Toprak, semâya inad, sema, “gözlerin kuruması murat” dediği günden bu yana, zemin bir başdan bir başa çöle döndü. Bizler bu uçsuz bucaksız beyabanda, gördüğümüz her kervana, Yusuf’un gömleğini sorar gibi seni sorduk ve sonra da bir sabr-ı cemil çekerek yeni doğuşlar beklemeye koyulduk. Sessizliğin ve kimsesizliğin içimizi yalnızlıkla doldurduğu, bu insiz, cinsiz âlem­de, kaç defa sinekleri kartal, elsiz, ayaksız kötürümleri İskender diye alkışladık. Arkasından koşupdurmadığımız kafile kalmadı. Ama sen, hiç birinde yoktun..

25 Haziran 2010 Cuma

Sözlük gibi mim :)

Bu aralar bloga kendi yazdığım birşeyi ekleyim derken Berat'tan mim geldiğini gördüm. İyi olacak hastanın ayağına doktor gidermiş (gelirmiş de olabilir). Aşağıdaki kelimelerin karşısına aklıma ilk gelenleri yazdım. Beğendikleriniz her zaman düşündüklerimdir. Beğenmedikleriniz ise "o anda öyle düşünmüşüm aslında öyle düşünmüyorum" dediklerimdir :P

Felsefem: Daha bugün öğrendiğim güzel bir söz var onu yazayım ;) "Cennete duyuramayacağın sözleri alma dudağına. Cennetliklerin kulak vermeyeceği seslere emek verme. Sen de cennetlik olasın, sözlerin de."
Hayat: İmtihan, kısa, yine de güzel.
Çocukluk: Saf, temiz, günahsız, masum, samimi, güleç, sakalsız :)
Güneş: Canlı yaşamı için bir sebep.
Gözler: Herşeyi anlatır derler. Herşeyi anlamasam da bazı şeyleri anlarım :)
Yıldızlar: Sonsuz kudretin sonlu güzellikleri.
Güzellik: Karşındakinin kalbinde hissetirdiklerin.
Sevgi: Olmazsa olmaz. Yaratılışın mayası deniyor.
Aşk:  Aşk imiş her ne var ise alemde...
Müzik: Ritim tutmayı seven biri olarak benim için anlamı büyük :) Bu sene ya darbuka ya tef alacam :)) davul da olabilir :P ( babamın, önce evdeki sazı çal dediğini duyar gibiyim)
Dost: Senden birisi.
Para: Lazım valla. Hayırlı işlerde harcayınca değer kazanıyor.
Zaman: Tek sermayemiz olmasına rağmen hunharca harcıyoruz.
Kadınlar: "Saliha bir kadın, bin tane salih olmayan erkekten daha hayırlı ve üstündür"
Savaş: Haklıysan hakkını korumak için lazım olabiliyor ama onun dışında gereksiz.
Ağlamak: O'na yaklaşmak... O'nun için yaşaran göz cehennemi görmezmiş. Ağlamak güzeldir. Erkek adam ağlar ;)
Deniz: Sakinleştirici, uçsuz bucaksız, ufuk, yüzmeyi severim, huzur verir, İstanbul.
Ayna: Bakınca çatlıyor :P
Hayal: Ne zaman daralsam ya dua ederim ya hayal kurarım.

Ekleme: Hep unutuyorum bu mimleri başkalarına göndermeyi. Bu sefer de a.nur ve Furkan'ı mimliyorum. Hadi kolay gelsin :)

22 Haziran 2010 Salı

Şaşırdım kaldım işte



Üstad diye hitap edeyim, Yavuz Bülent Bakiler'in çok güzel bir şiiri. Daha bugün gördüm bunu ve çok hoşuma gitti. Yavuz Bülent Bakiler çocukluğumdan beri babamın da sevdiği ve bana sevdirdiği şair/yazarlardandır.

Sözde senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla
Bazen sessiz sedasız ipekten kanatlarla
Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla
Karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarla
Adını yazıyorum bulduğun fırsatlarla
Yüreğimin başına noktalarla, hatlarla
Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla
Sözde senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla

Ne olur bir gün beni
Kapında olsun dinle
Öldür bendeki beni
Sonra dirilt kendinle
Çarpsam kara sevdayı
En azından yüzbinle
Nasıl bağlandığımı
Anlarsın kemendinle

Kaç defa çıkıp gittim
Buralardan yeminle
Ama her defasında
Geri döndüm seninle
Hangi düğüm çözülür
Nazla, sitemle, kinle
Ne olur bir gün beni
Kapında olsun dinle

Şaşırdım kaldım işte
Bilmem ki nemsin
Bazen kız kardeşimsin
Bazen öp öz annemsin
Sultanımsın susunca
Konuşunca kölemsin
Eksilmeyen çilemsin
Orada ufuk çizgim
Burda yanım yöremsin
Beni ruh gibi saran
Sonsuzluk dairemsin

Çaresizim çaremsin
Şaşırdım kaldım işte
Bilmem ki nemsin

Yavuz Bülent Bakiler

21 Haziran 2010 Pazartesi

Yürüyelim Seninle İstanbul'da

Bir gün ben de böyle İstanbullu şiirler yazana kadar üstadların şiirlerini paylaşacam. Söz sultanları onlar ;)

kırmızıyı sevdiğini bilseydim
hayâllerim kıpkırmızı olurdu

İstanbul hâlâ güneşin ardında
ufuklarında birkaç kara leke
birkaç kan pıhtısı dudaklarında
İstanbul hâlâ sevimli mi sevimli
ve hâlâ bir tomucuk tadında
yürüyelim seninle İstanbul'da

korkusuz bir rüyâdır
bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da
bir kaç kuğu, bir kaç mahzun kuştüyü
yenilgisiz bir muammâ gibidir
arar buluşmayan ellerimizi
deli rüzgâr yine sarhoş, hovarda

tam orada, Çamlıca yokuşunda
birkaç bulut çekelim gökyüzünden
damarlarımızdan geçirelim ve birden
bırakalım suların üzerine
sen bir defa konuş, sen bir defa gül
kumlu ebrular yapalım seninle
serpmeli ebrular, bülbülyuvası
hercâimenekşe, gonca ve sümbül

yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında
yürüyelim seninle İstanbul'da
boğaziçi mağrur türkülerini
gözlerine baka baka söylesin
martılar üşüyünce
denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi

anlayabilir misin
neden çıban gibi büyür bağrımda
büyür de kelebek olur bu sızı
kırmızıyı sevdiğini söyledin
bu yüzden mi günlerdir
İstanbul'da gül kokusu yayılan
tepeler kırmızı, sular kırmızı

İstanbul bilmeli ki, sahillerine
mehtabı taşıyan senin bakışlarındır
İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler
önce senin yüreğine açılır
uzaklarda bir yerde
toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın
parmaklarında hüzün
sana doğru akan nehrin
ağlayan suretidir

bir elimizde umut
bir elimizde sevdâ
yürüyelim seninle İstanbul'da
musikî kesilsin, tükensin yazı
çaresiz kalınca mızrap ve şiir
ozan bir kenara bıraksın sazı
ressam fırçasına neden mi kızgın
tuvalde çizgiler, renkler kırmızı
kırmızıyı sevdiğini bilince
çekilir mi artık güllerin nazı

Anadolukavağı'nda her akşam
burcu burcu bir rüyâdır hayâlin
karanlık, hüznünü düşürür dağa
kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar
endâmın her sabah iner toprağa

hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz
ayrılık acıyla süzülür kandan
nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda
dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzâdeler
öylesine yorgun, mahzun ve candan

İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda
uykusundan uyanınca fırtına
dalgalar türkümüze âşina olur
yüzümüze bakınca deniz fenerleri
sahibini arayan gemilerin
çığlığıyla vurulur

tarih heyelandır hâinlerin ardında
İstanbul tarihin soylu anası
biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız
sevdâyı Kız Kulesi'nden
yalıların burukluğu altında
geçiyoruz sokaklardan delice

anlayabilir misin
beyoğlu'nda gezinen
hayâl kırıklığının benden türediğini
anlayabilir misin
kırmızı neden böyle
doldurur aynalara inleyen yüreğimi

sana giden yolların kavşağında
bir adam direniyor izini bulmak için
siliyor tanyerine akan alın terini
ufkunda sapsarı umudun rengi
mavi yitik, beyaz kızgın ve siyâh
arıyor sessizce kaybolan günlerini

Gülhane'de simit satan çocuklar
nasıl anlasınlar ellerimizin
neden böyle çekingen olduğunu
Ayasofya önünde tramvay bekleyenler
gökyüzüne dokunurken bu acı
kimdir diye sorsunlar içlerinden
birlikte yürüyen iki yabancı

biz gitsek de, İstanbul'da yine de
yıllar yılı gezinmeli bu sızı
benden bir yaralı şiir kalmalı
senden bir tebessüm, bir de kırmızı

Nurullah Genç

19 Haziran 2010 Cumartesi

Bir kalbe sığan var olan eşyalara sığmaz

Bugün dinlediğim, Şanlıurfa türküsünün sözleri. Bizim oranın insanları güzel sözler yazar :)

Canan bizim esrarımız imlalere sığmaz,
Yazılsada binde biri inşalere sığmaz.

Aşıkta olan derd u meşakkat, gam u mihnet,
Neşrolsa eğer koh ile sahralara sığmaz.

Hasretle akan ta geceler dane-i aşkım,
Bir katredir amma yeddi deryalara sığmaz.

Bu hikmetleri bilmezmisin ey sofiyi salus,
Bir kalbe sığan var olan eşyalara sığmaz.

Allah'ı seversen beni dur etme gönülden,
Abdi seni sevdi diye dünyalara sığmaz.

16 Haziran 2010 Çarşamba

Bülbül



Yıkılış asrının şairi Mehmet Akif, Yunan istilası haberleri üzerine kendini kırlara atar.

Osmanlı'nın gözbebeği Bursa'nın işgal haberi gelmektedir ve bunu teyit edebilme imkânı bile bulamamaktadır. İnkisarını her zamanki gibi dizelere döker. Hüznün ve matemin timsali bülbülle konuşur; daha doğrusu onu azarlar. 'Sus ey bülbül senin hakkın değil, benim hakkım matem' diye seslenir.
Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?
Bülbülü susturduktan sonra başlar kendi derdini şerh etmeye. Vatanın içine düşürüldüğü vaziyete isyan ederken, evlad-ı vatanın hayırsızlığından dem vurur.
Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
Salâhaddîn-i Eyyûbî'lerin, Fatih'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!
Işık ve sesin olmadığı, bütün varlığın dilsiz kesildiği, 'yok diyecek bir aksisadanın bile yok' olduğu bir zamanda yaşadı, büyük şair. Kendini anlatırken söylediği gibi bütün eserleri aczinin gözyaşları gibiydi.
Sekizinci Türkçe Olimpiyatları'nda Türkmenistanlı Övez Murat Altıyev, Bülbül şiirini okurken duygulanmamak imkânsız. Akif'in istiğrak ve vecdine uygun terennümü yanında okuyanın kimliği de duyguların coşmasına sebep oluyor. 'Büyük Şair keşke bu manzarayı görebilseydi' düşüncesi bu his galeyanını kabartıyor. Yıkılışa ağıtlar yaktı, gitti. Yeniden varoluşa destanlar dizebilseydi kim bilir neler derdi. Uzun havalarımızla ağlayan, horonla neşelenen, heybetli efeler olarak sahnede dolaşan rengârenk çocukları duyabilseydi...
Ya Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Türküler Dolusu şiirini Karadağlı Nita Barisha'dan dinleseydi...
Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.
Dizelerinin, o sarışın genç kızın dudaklarından dökülmesine şahit olsaydı. Veya Erdem Beyazıt 'Memleketine özgü' şeyleri Kırgız Aysulu'nun sesinden işitseydi, bizim kadar müteessir olmaz mıydı?
Eller bilirim haşin, hoyrat, mert
Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
Her kırışığı, sorulacak bir hesabı
Her çizgisi, tarihten bir yaprağı anlatır
Mısralarına o davudi sesiyle eşlik etseydi, birlikte ağlasaydık.
Sonra o sesi duysak ve irkilseydik: Ümitsizliğe düşmeyin, gelecekte en yüksek ve gür sada sizin sesiniz olacaktır.

Bülent Korucu

14 Haziran 2010 Pazartesi

Yeniden İstanbul

Bir İstanbul macerası daha bitti. Benim içimi yine bir hüzün kapladı. Okul da olmayınca eve tıkılı kalıyor insan, daha beter sıkılıyor. Ben evde boş durmayı hiç sevmiyorum ama yapacak bişey de bulamıyorum. Neyse biraz İstanbul maceramdan bahsedeyim bari.

Cuma gecesi çıktım evden, biletim yokru gider aşti'de bulurum diye düşünmüştüm. Üniversitelerin son günü olduğu için aşti insan kaynıyordu. İyi firmaların hiç birinde yer bulamadım, zor zahmet metro turizm ek sefer açmış onda buldum. Daha arabaya biner binmez anladım yine metro yine dandik hizmet. Sabaha kadar radyo çaldı arabada. Havalandırma yarım yamalak çalıştı. Daha bir sürü böyle cinslik eşliğinde İstanbul'a indim. Önce Taksim'e gittim orda bidoyla buluştık. Bir de kerimov vardı yanımızda. Allahtan o vardı yoksa hiç konuşmadan ayrılacaktık :) Sanaldaki bido reele geçince dilini yutuyor, mutasyon geçiriyor :P Taksimden sonra  Kabataş'a indik ordan da Gülhane parkına geçtik. Setüstü diye bir yer var çay içtik orda. Gülhane'ye gitmiştim ama orayı hiç görmemiştim. Boğaz manzarasında içilen çay ne kadar kötü olursa olsun tatlı geliyor insana :) Saat 2 gibi bido ile kerimovu bırakıp Düşün Taşın derneğinin toplantısına gittim. 

Toplantıda, pazar günkü rekor denemesi için görevlilere bilgilendirme yapıldı. Sonra artan birkaç bin broşür verildi ve dağıtıma çıktık. Bize de taksim düştü ama keşke düşmeseydi. Ne kadar duyarsız bir meillet olmuşutz öyle :) daha broşürü uzatmadan istemem diyorlar :) Koskoca Taksim'de 1 saatte 50 broşür dağıtamadık. Böyle olmayacak dedik bıraktık dağıtmayı. Zaten istiklal caddesindeki sosyetelerin ne işi olur kitap okumayla  :P

O gün akşam Ali Sami Yen'de rumeliler gecesi varmış biraz orda oyalandık. Hem rekordan önce stadı da görmüş olduk. 2 liraya küçücük paketten çekirdek çitledik :) Saat 20:30 olmuştu ama benim hâlâ kalacak yerim yoktu. Bi şekilde ayarladım sonradan ama böyle her İstanbul'a gittiğimde kalacak yer sıkıntısı çekiyorum. Sırf bunun için bi ev mi tutsam :P

Pazar günü sabah 7'de stadda buluştuk. Görevlendirmeler yapıldı, noterler geldi, kapılar açıldı. 1 saatte stad doldu. Etkinlikten çok bashetmeye gerek yok aslında zaten televizyonlarda izlemişsinizdir. Hayatımın en güze günleri arasına ekledim bu etkinliğin de. 15.000 kişinin aynı anda sesli olarak kitap okumasını dinlemek, orada görevli olmak, bu güzel işin bir parçası olmak çok güzeldi. 17 inanmış insanın başlattığı, büyük çoğunluğunu organize ettiği bir etkinlikti. Biz sadece son gün stadda görev aldık. 

Hani daha önce demiştim ya FF benim hayatımı değiştirdi diye. Bu değişikliklerden birisi de Düşün Taşın'ı tanımam oldu. Bir grup güzel, idealist, samimi insan tanıdım. Benim için en önemli özellikleri samimi olmaları. Yaptığı işler belki sizin için bir anlam ifade etmez, nolacak rekor kırılacak ta diyebilirsiniz, ama bunu yaparken saf, samimi düşüncelerle yapmaları, insanlara da bu düşüncelerle davranmaları, bana kendilerini sevdirmelerini sağladı. Her birine karşı içimde ayrı bir muhabbet var. Aynı muhabbeti onlardan da görebiliyoruım. Hep aklımda, birgün ben  de onların arasına katılacam düşüncesi var. Bir gün inşallah İstanbul'lu olduğumda onlarla beraber olacağım. O zaman belki aradığımı bulurum.