21 Aralık 2010 Salı

Hayat Ne Garip !

Rahmetli Cem Karaca ile Mahzun Kırmızıgül'ün düet yaptığı bir şarkı var http://fizy.com/#s/1373w0 Hayat Ne Garip diyor. Şarkının sözleri için de ayrıca buraya bakabilirsiniz. Yazıyı okurken fonda da bunu ya da bunu dinleyebilirsiniz. (yazdıktan sonra ekleme: aslında yazarken dinlediğim herşeyi size de dinletmek isterdim)

Neyse biz asıl konumuza dönelim, 21 yaşındayım ama sanki 40 yıl yaşamış gibi hissediyorum kendimi. Geçmişe dönüp baktığımda, çok kısa ama içinde; kimlerin, nelerin, nerelerin olduğunu unutabilecek kadar çok uzun yılllar... Hangi anılar, hatıralar, kişiler, yerler, zamanlar, kişilikler...

Belki de ömrümün en değişken zamanlarında(gençlik) olduğum için böyle geliyordur ama sanki birden fazla ömür yaşamış gibiyim. Hayatımdan birden fazla ben geçmiş, birden fazla kişiliğim olmuş gibi.. İlkokulda başka bir ben, ortaokulda birden fazla ben(ler), lisede de aynı şekilde, üniversitede ise sayısını benim de bilmediğim ben(ler).. 

Bu kadar ben varken, öldükten sonra hiçbiri kalmayacak.. Sadece bir ben olacak o da asıl olmam gereken ben. "Yalan olur bir gün yalan / Yaşadığın aşkın sevdan / Yaradandır bâkî kalan / Hayat ne garip" öldükten sonra hepsi yalan olacak.. 

Yahu madem öyle ne diye bu kadar iş, güç, okul, para, arkadaş, dost, sevgi, akraba, zevkler, tadlar, renkler... Ne kadar da düşmüşüz hayatın içine. Hayata dair bir sürü şey sayabilirsiniz değil mi? Ya hayatın dışında olan? Benim aklıma birşey gelmedi. Hayat dışı ne var sahi bilen varsa yorum bıraksın. Sevaplar, günahlar, iyilikler, kötülükler, öbür taraf için yaptıklarımız ve yapmamamız gerekenler de hayatın ta kendisi aslında.

Kafamdan bir sürü şey geçiyor ama yazıya aktarmak çok büyük sıkıntı. Bir de kısır felsefi düşüncelere dalıp iman sarsıntısı yaşamak istemiyorum. Devamı gelmiyor. Bu sefer zayıf bir yazı oldu heralde. Daha çok kitap okumalıyım. Son olarak; blog yazmak da, kitap okumak da hayatın içinden..

5 Kasım 2010 Cuma

Ömür Dediğin..

Bugün yine lay-lay-lom bir şekilde nette gezerken, Davut Topcan isimli birinin vefat ettiğini gördüm. Friendfeed'de, tanıyan herkes onunla ilgil bir feed açmaya başlamıştı. Daha önce birkaç feed'ini görmüşlüğüm vardı ama kim olduğunu bilmediğim için biraz blogunu felan kurcaladım. 2007'den beri kanser hastasıymış ve bu dönemde tuttuğu bir blogu var. Bir kaç yazısını okuduktan sonra, geçmişte yaşadıklarımı düşünmeye başladım. 2007 yılında dedemi, 2008'de ise halamı kaybetmiştim. 2007'de halam kanser olmuştu. Dedemin vefatının arka planında da bu yatıyordu galiba. Daha kanser olduğunu öğrendiğimiz ilk hafta, dedem işyerinde çay yaparken, çaydanlığa su yerine tiner koymuş, bacağı yanmıştı. Dalgınlığının sebebi, kızı için duyduğu üzüntüydü heralde. 45 gün kadar ameliyatlarla dolu bir hastane serüveninden sonra dedem vefat etti. O sırada halam kemoterapi alıyordu. Zamanla halamın durumu da kötüye gitti ve daha 1 sene olmadan bu sefer de onu kaybettik.

Ömrüm boyunca hastanelerden nefret ettim. İnsanların hasta hallerini görmek istemiyorum hiçbir zaman. Ama hepsi insanın, bu hayattaki imtihanı. Herkes için bir ölüm sebebi tayin edilmiş. Belki hastalık bunlardan en güzeli. Çektiğiniz sıkıntılar günahlarınıza kefaret oluyor çünkü. Ölmeden önce, kendini affetirebilmek için son bir fırsat gibi sanki..

Ölüme hazır mıyım diye düşünmeye başladım.. Şimdi ölsem, acaba ne kadar günahım var, ne kadar sevabım var, O'nun rızasını ne kadar kazabilmişim? Hesaba çekiilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz... Çekiyorum ve battığımı görüyorum... Cennet ucuz değil... Öyle inanmakla, kalbin temiz olmasıyla pek olmuyor. İbadetlerim, hele ki namazlarım ne alemde? Ölen herkes ne yazık ki cennete gitmiyor, O'nun rızasını almış bir şekilde ölmüyor. Kendimizi kandırmamamız lazım. O'nun merhameti boldur amenna ama eli boş da gidilmez ki O'nun huzuruna..

Kefenin cebi yok derler ya, aslında var! Kefenin görmediğimiz bir cebi var. İçine ibadetlerinizi, O'nun için, O istedi diye yaptığınız işleri koyuyorsunuz. Zaten ömrümüzü kefenin tamamı olarak düşünürsek, yaptığımız hayırlı şeyler de o kefende ancak bir cep kadar yer kaplar -ya da kaplamaz bile-..

Tertemiz geliyoruz ama ömür dediğin şeyde kirleniyoruz, kirletiyoruz. Hadi bakalım, bugünden sonra ölüme hazırlanalım. Farzedelim ki bugün, ölümcül bir kansere yakalandık ve ÖLECEĞİZ. Bugünden sonra artık bir kanser hastası gibi yaşayalım. O'nun huzuruna çıkacağımız güne adam-akıllı hazırlanalım... Yatsıyı kılmayan varsa yatmadan kılsın !!!

7 Ekim 2010 Perşembe

Şimdi tekrar O'na iltica etme vaktidir...

İnsan dönem dönem, O'ndan uzaklaşıyor. Dünya öyle bir tatlı geliyor ki, unutuveriyorsun geri kalan herşeyi. Hani çizgifilimlerde olur ya, erkek kedi parfüm sıkar üstüne, diğerini kandırıp istediği yere getirmek için. O diğeri de parfümün kokusunu alınca, uçarak gider kokunun peşinden. Orda bir yerde saklanan kedi pat diye kafasına bir tava geçirir. İşte kafasına yediği o tava, o kokunun tuzak olduğunu anlatır kediye...

Dünya da aynen böyle yapıyor insana. Birkaç göstermelik güzel şey sunuyor sana, kendinden geçip gidiyorsun peşinden. Sonra bir tokat yiyorsun... Kendine getiriyor bu tokat seni. Gözün açılıyor, bakıyorsun ki herşey yalanmış. Yokmuş aslında o güzellikler, kandırmaca imiş.. Seni tuzağına çeken dünyanın aldatıcı iksirlerinden birisiymiş.

Çok şükür ki, tam zamanında kafama tavayı yiyorum. Tam kaybetmeye yakınken tava sert bir şekilde çarpıyor kafama. Son iki günde güzel bir tokat yedim şükür :) Genelde bu tokat hep aynı yerden geliyor. Hep  aynı zayıf noktaya vuruluyor. Ve ben yine şükrediyorum o zayıf noktam olduğu için. Ya olmasaydı? Ya tokat yiyemeseydim? Nasıl uyanırdım...

Şimdi tekrar ona iltica etme, mülteci olma vaktidir. Ben geldim, kabul edermisin deme vaktidir. O her zaman kabul eder biliyorum, ama ben yine de sormak istiyorum.. Bizi kabul eder misin?

6 Ekim 2010 Çarşamba

Hekimoğlu İsmail

Hekimoğlu İsmail, yaşayan büyük dava adamlarından birisi.. Bu video yıllar önce felç olduğunda, hastaneden çıktıktan sonra çekilmiş. Kendisi zaman gazetesi yazarı olduğu için, videoda zaman reklamını görebilirsiniz. Sizden ricam bu videoyu, Hekimoğlunun cemaat'e olan bağlılığı açısıyla değil de, bir dava insanının davasına bağlığı açısından görmeniz. Keşke her birimiz, kendi inandığımız hak davalarımıza böyle sahip çıkabilsek... Her ay izlemeye çalışırım bu videoyu. Kendimi, inandığım davama bağlılık konusunda ölçüp, tartmamı sağlar. Çok manası vardır benim için ama her zamanki gibi içimdekileri dışarı vuramama sıkıntısını çekiyorum.


24 Ağustos 2010 Salı

Gurbetimsi

Yine çok uzun zaman oldu yazmayalı. Çok istedim  yazayım bişeyler ama bir türlü içimdekiler dışarı çıkamadı. Zihnimde setler var da, düşüncelerim bu setlere taklıp kalıyor, dışarı çıkamıyormuş gibiydi. Bu gece biraz duygusal takılmaya başlayınca, heralde bu gece yazabilirim dedim. Bakalım yazabilecek miyim...

Bugün ismi abla bir blog yazısının linkini verdi. 6 yaşında annesini kaybetmiş birinin, 20 yıl sonra yazdığı bir yazıydı. 25 gündür evden uzak olmamdan dolayı dokundu tabi biraz. Ondan sonra da kendimi bir nevi arabeske bağladım. Gurbet çeken insanlar geldi aklıma. Ben yine şükretmeliyim dedim. Kalacak yerim var, sıkıştığımda para gönderecek dayım var, arayıp soran annem babam var, internetten sohbet edecek ablalarım, abilerim var... Yalnız değilim çok şükür. Ama bir de bunun tam tersi olabilirdi. Çok örneği var, İstanbul'a iş için gelmiş, gurbet çekenlerin. Ya da başka bir amaçla, yerinden ayrılmışların.. Ne tanıdık var, ne para, ne kalacak yer, ne de geride bıraktıklarından bir haber... 

Böyle düşününce arabeske bağlamış oluyorum ama bazen bunları da düşünmek gerekiyor şükretmek için. Bir de çevresi çok kalabalık, parası olan, dünya adına sıkıntısı olmayan ama gurbet çekenler var.. Öyle ki ,ben de bazen bu kadar nimete rağmen kendimi gurbette hissediyorum. Sonra da diyorum ki, galiba her insan aslında bir gurbet hayatı yaşıyor. Her insanın bir özlediği, bir hayal ettiği  şey var. Kimisi için aradığı sevgili, kimisi için ise bundan daha üstün En Sevgili.. Siz de şöyle bir yoklayın bakalım, var mı özlediğiniz bişey? İçinizde gurbet hissi var mı? Bence var ama bazen öyle çok kapılıyoruz ki dünyalık işlere, artık hissedemiyor oluyoruz.

Dünyaya bu kadar kapıldıktan sonra bir anda pat diye o gurbet düşüyor içinize. Bir gece ansızın geliyor yani. Bütün dünya artık sizin için anlamsız kalıyor. Siz sadece O'nu özlüyorsunuz, bir tek O var gerisi yalan oluyor. Böyle anlarda düşünüyorum, aylık 1 milyar dolar kazansam ne olacak? Tamam bunu Allah yolunca harcayınca bir anlamı olacak ama onun için bile olsa bana anlamsız geliyor sanki. Çevremde bir sürü insan olsa, hiç yalnız kalmasam, maddi sıkıtılar çekmesem, beni seven birileri olsa, yani bir insanı mutlu edebilecek herşeye sahip olsam yine de mutlu olmam gibi geliyor. Öyle bir karışıyor ki kafam, herşey anlamını yitiriyor...

Belki de uykum geldi ondan oluyor ama bazen işte böyle anlamsızlık çukuruna düşüyorum, pes ediyorum herşeyden. Tüm ideallerimden, hedeflerimden... Buna belki de yeis denebilir ama o da değil bence.

Dinle neyden ki hikâye etmede,
Hep ayrılıktan şikayet etmede


Mevlânâ'nın mesel dünyasında, ney insanı temsil eder. İnsan da, tıpkı ney gibi, içinde nefes saklamaktadır. İnsanın her sözü, bir özleyişin ve bir ayrılığın ifadesidir. İnsanın iç çekişleri, aslından ayrı olmanın hüznünü, yuvadan uzak olmanın sancısını yansıtır.
Kamışlıktan kopardıklarından beri beni,
Feryadım ağlatır her kadını ve erkeği.


Kamışlık neyin anayurdu ve evidir. İnsan da tıpkı ney gibi cennetten, yani yuvasından ayrılmıştır. Kalbinin ebedî muhabbetle doyduğu cennetten dünya gurbetine sürülmüştür. İnsan kalbi, tıpkı ney gibi, fena ve zevalin, ayrılık ve yokluğun yaşandığı bu dünyada, inceden inceye feryad etmektedir. İnsan ruhu olması gereken yerde değildir; geçmişe ait hüzünler ve geleceğe ait kaygılar, aslında hep bu uzaklığın sözsüz ve sessiz ağlayışından ibarettir.Kaynakwh: Ney Olup Ağlamaktır En Güzel Duamız

Ayrılık parça parça eyledi sinemi,
Anlaşılır eyleyeyim diye aşk derdini.


İnsan duyguları göğsünde açılan yaralar gibidir. Tıpkı neyin göğsündeki deliklere benzer duygular. İnsana üflenen ruh da, bu deliklerle ifade eder kendini. Evden uzak kalmanın derdi, Ebedî Sevgili'den ayrı düşmenin sızısı, insanın kalbinden dışa doğru açılan duygularla sese gelir, söze dökülür.


Her kim ki, aslından uzak ve ayrı kalırsa,
Kavuşma zamanını bekler durur ya.


İnsan, En Sevgili'den uzak olup asıl yurdundan ayrı kaldıkça, kalbi hep bir buluşmanın ardı sıra koşar. Kalbi gurbete razı olmaz, ruhu ayrılığa dayanamaz. Dünyaya razı değildir; sevince ebediyen sevecekmiş gibi sever insan. Sevdiğini, hiç ölmeyecekmiş farzedip öyle sever. Sınırlı bir zamanda sevmek, ölünceye kadar sevmek insan kalbinin işi değildir. Ölümlü dünyada her aşk yarım kalmıştır, belki hiç başlamamıştır insan için. Bir başka yerde, hiç ayrılmamak üzere kavuşacağı zamanı bekler durur. Çünkü onun yurdu burada değil ötelerdedir.

Ben ki her cemiyetin ağlayanıyım,
İyilerin de kötülerin de yârânıyım.


İnsan, dünyada tamamlanmamışlık hissiyle yaşar, her daim eksiği vardır. Eksikliğini çektiği şeyler sayısınca özlemleri vardır. Erişmek istediği ufuklar kadar geniş idealleri vardır. Her nerede olursa olsun ağlar haldedir insan. İyiler de kötüler de aynı hal içredirler ki, hepsine sırdaştır neyin ağlayışı.
 Diye açıklamış Senai Demirci Mevlana'nın beyitlerini

26 Haziran 2010 Cumartesi

Nerdesin !

Bu akşam içimden "nerdesin" diyesim geldi. Böyle durumlarda genelde antoloji.com'a girer ve o konuyla ilgili şiirlere bakarım. Bazen güzel şiirler çıkar karşıma. O şiirler sanki içimdekilere tercüman olurlar. Şiir yazmasını hiç beceremediğim için genelde başkalarının şiirlerini okuyarak, yazarak içimdekileri anla(t)maya çalışırım.

Arama kutusuna "nerdesin" yazdığımda 863, "neredesin" yazdığımda ise 585 tane şiir çıktı. Meğer ne çok  arayan varmış. Ne çok bekleyen varmış !  Herkes birini bekliyor. Kimisi sevdiğini kimisi ise bir kahramanı bekliyor. Hep arıyorlar ama bulsalar bile bulduklarını anlamayacak gibiler. Aslında aramaktan zevk aldıkları için, o arama eyleminin bitmesini de istemiyorlar. Çünkü aradıklarına kavuştukları an, bütün büyü bozulmuş olacak. Artık aramıyor olacaklar. Aramanın verdiği o güzel hüznü duyamayacaklar. Hani meşhurdur, Mecnun Leyla'yı çölde görünce tanımamış. Mecnun Leyla'ya değil, aslında aşkın kendisine aşıkmış. Tıpkı bunun gibi arayanlar, bekleyenler de aslında aramanın/beklemenin kendisini seviyorlar ve aslında hiç bitmesini istemiyorlar.

Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpertiyle dolar: Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki, ben onu,
Aşıkıyım beni çağıran bu sesin.

------------------------------------------

Yıllarca hayaller kurup durmuşum
Kaf dağını aştım gayrı yoruldum
Kalbimi açtım da sana vuruldum
Şimdi gönül seni arar, Nerdesin?

Gelmiyorsun bana, bir engel mi var?
Duy artık sesimi, ey vefasız yar
Yokluğunun gamı gönlümü sarar
Gönül yalnız seni arar, Nerdesin?

Pusulası kayıp şaşkın kaptanım
Seni bulamazsam dinmez ki gamım
Gel artık sevgili bitsin hazanım
Göz yaşlarım durmaz akar, Nerdesin?

------------------------------------------

Nerdesin, yıllarca hasretini çektiğimiz kahraman? Neresin hayallerimizin güvercini, rüyalarımızın üveyki? Nerdesin (ba’suba’del mevt)imizin müjdecisi? Istırap dolu günlerimizde, uykusuz geçen gecelerimizde hep yolunu bekledik dur­duk. Ufkumuzda beliren her karaltıya, “bu O’dur” deyip, tür­küleriyle yollara döküldük. Gurublara kadar beklediğimiz nice günler vardır ki; kolumuz, kanadımız kırık evlerimize dönerken, zambaktan hülyalarımızla tesel­li olup durduk. Nerdesin ve ne zaman geleceksin, esatiri yiğidim! Billahi, şu ölgün ruhların, porsumuş gönüllerin hayat mumları sönmek üzeredir. Eğer canlara can katan te­miz soluklarınla imdada yetişmezsen; kuruyan göllerimizde, suyu çekilen havuz­larımızda yaprağı dökülmedik tek nilüfer kalmayacaktır. Bağban gideli, bağ bozulalı asırlar oldu. Toprak, semâya inad, sema, “gözlerin kuruması murat” dediği günden bu yana, zemin bir başdan bir başa çöle döndü. Bizler bu uçsuz bucaksız beyabanda, gördüğümüz her kervana, Yusuf’un gömleğini sorar gibi seni sorduk ve sonra da bir sabr-ı cemil çekerek yeni doğuşlar beklemeye koyulduk. Sessizliğin ve kimsesizliğin içimizi yalnızlıkla doldurduğu, bu insiz, cinsiz âlem­de, kaç defa sinekleri kartal, elsiz, ayaksız kötürümleri İskender diye alkışladık. Arkasından koşupdurmadığımız kafile kalmadı. Ama sen, hiç birinde yoktun..

25 Haziran 2010 Cuma

Sözlük gibi mim :)

Bu aralar bloga kendi yazdığım birşeyi ekleyim derken Berat'tan mim geldiğini gördüm. İyi olacak hastanın ayağına doktor gidermiş (gelirmiş de olabilir). Aşağıdaki kelimelerin karşısına aklıma ilk gelenleri yazdım. Beğendikleriniz her zaman düşündüklerimdir. Beğenmedikleriniz ise "o anda öyle düşünmüşüm aslında öyle düşünmüyorum" dediklerimdir :P

Felsefem: Daha bugün öğrendiğim güzel bir söz var onu yazayım ;) "Cennete duyuramayacağın sözleri alma dudağına. Cennetliklerin kulak vermeyeceği seslere emek verme. Sen de cennetlik olasın, sözlerin de."
Hayat: İmtihan, kısa, yine de güzel.
Çocukluk: Saf, temiz, günahsız, masum, samimi, güleç, sakalsız :)
Güneş: Canlı yaşamı için bir sebep.
Gözler: Herşeyi anlatır derler. Herşeyi anlamasam da bazı şeyleri anlarım :)
Yıldızlar: Sonsuz kudretin sonlu güzellikleri.
Güzellik: Karşındakinin kalbinde hissetirdiklerin.
Sevgi: Olmazsa olmaz. Yaratılışın mayası deniyor.
Aşk:  Aşk imiş her ne var ise alemde...
Müzik: Ritim tutmayı seven biri olarak benim için anlamı büyük :) Bu sene ya darbuka ya tef alacam :)) davul da olabilir :P ( babamın, önce evdeki sazı çal dediğini duyar gibiyim)
Dost: Senden birisi.
Para: Lazım valla. Hayırlı işlerde harcayınca değer kazanıyor.
Zaman: Tek sermayemiz olmasına rağmen hunharca harcıyoruz.
Kadınlar: "Saliha bir kadın, bin tane salih olmayan erkekten daha hayırlı ve üstündür"
Savaş: Haklıysan hakkını korumak için lazım olabiliyor ama onun dışında gereksiz.
Ağlamak: O'na yaklaşmak... O'nun için yaşaran göz cehennemi görmezmiş. Ağlamak güzeldir. Erkek adam ağlar ;)
Deniz: Sakinleştirici, uçsuz bucaksız, ufuk, yüzmeyi severim, huzur verir, İstanbul.
Ayna: Bakınca çatlıyor :P
Hayal: Ne zaman daralsam ya dua ederim ya hayal kurarım.

Ekleme: Hep unutuyorum bu mimleri başkalarına göndermeyi. Bu sefer de a.nur ve Furkan'ı mimliyorum. Hadi kolay gelsin :)

22 Haziran 2010 Salı

Şaşırdım kaldım işte



Üstad diye hitap edeyim, Yavuz Bülent Bakiler'in çok güzel bir şiiri. Daha bugün gördüm bunu ve çok hoşuma gitti. Yavuz Bülent Bakiler çocukluğumdan beri babamın da sevdiği ve bana sevdirdiği şair/yazarlardandır.

Sözde senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla
Bazen sessiz sedasız ipekten kanatlarla
Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla
Karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarla
Adını yazıyorum bulduğun fırsatlarla
Yüreğimin başına noktalarla, hatlarla
Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla
Sözde senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla

Ne olur bir gün beni
Kapında olsun dinle
Öldür bendeki beni
Sonra dirilt kendinle
Çarpsam kara sevdayı
En azından yüzbinle
Nasıl bağlandığımı
Anlarsın kemendinle

Kaç defa çıkıp gittim
Buralardan yeminle
Ama her defasında
Geri döndüm seninle
Hangi düğüm çözülür
Nazla, sitemle, kinle
Ne olur bir gün beni
Kapında olsun dinle

Şaşırdım kaldım işte
Bilmem ki nemsin
Bazen kız kardeşimsin
Bazen öp öz annemsin
Sultanımsın susunca
Konuşunca kölemsin
Eksilmeyen çilemsin
Orada ufuk çizgim
Burda yanım yöremsin
Beni ruh gibi saran
Sonsuzluk dairemsin

Çaresizim çaremsin
Şaşırdım kaldım işte
Bilmem ki nemsin

Yavuz Bülent Bakiler

21 Haziran 2010 Pazartesi

Yürüyelim Seninle İstanbul'da

Bir gün ben de böyle İstanbullu şiirler yazana kadar üstadların şiirlerini paylaşacam. Söz sultanları onlar ;)

kırmızıyı sevdiğini bilseydim
hayâllerim kıpkırmızı olurdu

İstanbul hâlâ güneşin ardında
ufuklarında birkaç kara leke
birkaç kan pıhtısı dudaklarında
İstanbul hâlâ sevimli mi sevimli
ve hâlâ bir tomucuk tadında
yürüyelim seninle İstanbul'da

korkusuz bir rüyâdır
bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da
bir kaç kuğu, bir kaç mahzun kuştüyü
yenilgisiz bir muammâ gibidir
arar buluşmayan ellerimizi
deli rüzgâr yine sarhoş, hovarda

tam orada, Çamlıca yokuşunda
birkaç bulut çekelim gökyüzünden
damarlarımızdan geçirelim ve birden
bırakalım suların üzerine
sen bir defa konuş, sen bir defa gül
kumlu ebrular yapalım seninle
serpmeli ebrular, bülbülyuvası
hercâimenekşe, gonca ve sümbül

yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında
yürüyelim seninle İstanbul'da
boğaziçi mağrur türkülerini
gözlerine baka baka söylesin
martılar üşüyünce
denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi

anlayabilir misin
neden çıban gibi büyür bağrımda
büyür de kelebek olur bu sızı
kırmızıyı sevdiğini söyledin
bu yüzden mi günlerdir
İstanbul'da gül kokusu yayılan
tepeler kırmızı, sular kırmızı

İstanbul bilmeli ki, sahillerine
mehtabı taşıyan senin bakışlarındır
İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler
önce senin yüreğine açılır
uzaklarda bir yerde
toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın
parmaklarında hüzün
sana doğru akan nehrin
ağlayan suretidir

bir elimizde umut
bir elimizde sevdâ
yürüyelim seninle İstanbul'da
musikî kesilsin, tükensin yazı
çaresiz kalınca mızrap ve şiir
ozan bir kenara bıraksın sazı
ressam fırçasına neden mi kızgın
tuvalde çizgiler, renkler kırmızı
kırmızıyı sevdiğini bilince
çekilir mi artık güllerin nazı

Anadolukavağı'nda her akşam
burcu burcu bir rüyâdır hayâlin
karanlık, hüznünü düşürür dağa
kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar
endâmın her sabah iner toprağa

hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz
ayrılık acıyla süzülür kandan
nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda
dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzâdeler
öylesine yorgun, mahzun ve candan

İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda
uykusundan uyanınca fırtına
dalgalar türkümüze âşina olur
yüzümüze bakınca deniz fenerleri
sahibini arayan gemilerin
çığlığıyla vurulur

tarih heyelandır hâinlerin ardında
İstanbul tarihin soylu anası
biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız
sevdâyı Kız Kulesi'nden
yalıların burukluğu altında
geçiyoruz sokaklardan delice

anlayabilir misin
beyoğlu'nda gezinen
hayâl kırıklığının benden türediğini
anlayabilir misin
kırmızı neden böyle
doldurur aynalara inleyen yüreğimi

sana giden yolların kavşağında
bir adam direniyor izini bulmak için
siliyor tanyerine akan alın terini
ufkunda sapsarı umudun rengi
mavi yitik, beyaz kızgın ve siyâh
arıyor sessizce kaybolan günlerini

Gülhane'de simit satan çocuklar
nasıl anlasınlar ellerimizin
neden böyle çekingen olduğunu
Ayasofya önünde tramvay bekleyenler
gökyüzüne dokunurken bu acı
kimdir diye sorsunlar içlerinden
birlikte yürüyen iki yabancı

biz gitsek de, İstanbul'da yine de
yıllar yılı gezinmeli bu sızı
benden bir yaralı şiir kalmalı
senden bir tebessüm, bir de kırmızı

Nurullah Genç

19 Haziran 2010 Cumartesi

Bir kalbe sığan var olan eşyalara sığmaz

Bugün dinlediğim, Şanlıurfa türküsünün sözleri. Bizim oranın insanları güzel sözler yazar :)

Canan bizim esrarımız imlalere sığmaz,
Yazılsada binde biri inşalere sığmaz.

Aşıkta olan derd u meşakkat, gam u mihnet,
Neşrolsa eğer koh ile sahralara sığmaz.

Hasretle akan ta geceler dane-i aşkım,
Bir katredir amma yeddi deryalara sığmaz.

Bu hikmetleri bilmezmisin ey sofiyi salus,
Bir kalbe sığan var olan eşyalara sığmaz.

Allah'ı seversen beni dur etme gönülden,
Abdi seni sevdi diye dünyalara sığmaz.

16 Haziran 2010 Çarşamba

Bülbül



Yıkılış asrının şairi Mehmet Akif, Yunan istilası haberleri üzerine kendini kırlara atar.

Osmanlı'nın gözbebeği Bursa'nın işgal haberi gelmektedir ve bunu teyit edebilme imkânı bile bulamamaktadır. İnkisarını her zamanki gibi dizelere döker. Hüznün ve matemin timsali bülbülle konuşur; daha doğrusu onu azarlar. 'Sus ey bülbül senin hakkın değil, benim hakkım matem' diye seslenir.
Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?
Bülbülü susturduktan sonra başlar kendi derdini şerh etmeye. Vatanın içine düşürüldüğü vaziyete isyan ederken, evlad-ı vatanın hayırsızlığından dem vurur.
Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
Salâhaddîn-i Eyyûbî'lerin, Fatih'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!
Işık ve sesin olmadığı, bütün varlığın dilsiz kesildiği, 'yok diyecek bir aksisadanın bile yok' olduğu bir zamanda yaşadı, büyük şair. Kendini anlatırken söylediği gibi bütün eserleri aczinin gözyaşları gibiydi.
Sekizinci Türkçe Olimpiyatları'nda Türkmenistanlı Övez Murat Altıyev, Bülbül şiirini okurken duygulanmamak imkânsız. Akif'in istiğrak ve vecdine uygun terennümü yanında okuyanın kimliği de duyguların coşmasına sebep oluyor. 'Büyük Şair keşke bu manzarayı görebilseydi' düşüncesi bu his galeyanını kabartıyor. Yıkılışa ağıtlar yaktı, gitti. Yeniden varoluşa destanlar dizebilseydi kim bilir neler derdi. Uzun havalarımızla ağlayan, horonla neşelenen, heybetli efeler olarak sahnede dolaşan rengârenk çocukları duyabilseydi...
Ya Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Türküler Dolusu şiirini Karadağlı Nita Barisha'dan dinleseydi...
Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.
Dizelerinin, o sarışın genç kızın dudaklarından dökülmesine şahit olsaydı. Veya Erdem Beyazıt 'Memleketine özgü' şeyleri Kırgız Aysulu'nun sesinden işitseydi, bizim kadar müteessir olmaz mıydı?
Eller bilirim haşin, hoyrat, mert
Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
Her kırışığı, sorulacak bir hesabı
Her çizgisi, tarihten bir yaprağı anlatır
Mısralarına o davudi sesiyle eşlik etseydi, birlikte ağlasaydık.
Sonra o sesi duysak ve irkilseydik: Ümitsizliğe düşmeyin, gelecekte en yüksek ve gür sada sizin sesiniz olacaktır.

Bülent Korucu

14 Haziran 2010 Pazartesi

Yeniden İstanbul

Bir İstanbul macerası daha bitti. Benim içimi yine bir hüzün kapladı. Okul da olmayınca eve tıkılı kalıyor insan, daha beter sıkılıyor. Ben evde boş durmayı hiç sevmiyorum ama yapacak bişey de bulamıyorum. Neyse biraz İstanbul maceramdan bahsedeyim bari.

Cuma gecesi çıktım evden, biletim yokru gider aşti'de bulurum diye düşünmüştüm. Üniversitelerin son günü olduğu için aşti insan kaynıyordu. İyi firmaların hiç birinde yer bulamadım, zor zahmet metro turizm ek sefer açmış onda buldum. Daha arabaya biner binmez anladım yine metro yine dandik hizmet. Sabaha kadar radyo çaldı arabada. Havalandırma yarım yamalak çalıştı. Daha bir sürü böyle cinslik eşliğinde İstanbul'a indim. Önce Taksim'e gittim orda bidoyla buluştık. Bir de kerimov vardı yanımızda. Allahtan o vardı yoksa hiç konuşmadan ayrılacaktık :) Sanaldaki bido reele geçince dilini yutuyor, mutasyon geçiriyor :P Taksimden sonra  Kabataş'a indik ordan da Gülhane parkına geçtik. Setüstü diye bir yer var çay içtik orda. Gülhane'ye gitmiştim ama orayı hiç görmemiştim. Boğaz manzarasında içilen çay ne kadar kötü olursa olsun tatlı geliyor insana :) Saat 2 gibi bido ile kerimovu bırakıp Düşün Taşın derneğinin toplantısına gittim. 

Toplantıda, pazar günkü rekor denemesi için görevlilere bilgilendirme yapıldı. Sonra artan birkaç bin broşür verildi ve dağıtıma çıktık. Bize de taksim düştü ama keşke düşmeseydi. Ne kadar duyarsız bir meillet olmuşutz öyle :) daha broşürü uzatmadan istemem diyorlar :) Koskoca Taksim'de 1 saatte 50 broşür dağıtamadık. Böyle olmayacak dedik bıraktık dağıtmayı. Zaten istiklal caddesindeki sosyetelerin ne işi olur kitap okumayla  :P

O gün akşam Ali Sami Yen'de rumeliler gecesi varmış biraz orda oyalandık. Hem rekordan önce stadı da görmüş olduk. 2 liraya küçücük paketten çekirdek çitledik :) Saat 20:30 olmuştu ama benim hâlâ kalacak yerim yoktu. Bi şekilde ayarladım sonradan ama böyle her İstanbul'a gittiğimde kalacak yer sıkıntısı çekiyorum. Sırf bunun için bi ev mi tutsam :P

Pazar günü sabah 7'de stadda buluştuk. Görevlendirmeler yapıldı, noterler geldi, kapılar açıldı. 1 saatte stad doldu. Etkinlikten çok bashetmeye gerek yok aslında zaten televizyonlarda izlemişsinizdir. Hayatımın en güze günleri arasına ekledim bu etkinliğin de. 15.000 kişinin aynı anda sesli olarak kitap okumasını dinlemek, orada görevli olmak, bu güzel işin bir parçası olmak çok güzeldi. 17 inanmış insanın başlattığı, büyük çoğunluğunu organize ettiği bir etkinlikti. Biz sadece son gün stadda görev aldık. 

Hani daha önce demiştim ya FF benim hayatımı değiştirdi diye. Bu değişikliklerden birisi de Düşün Taşın'ı tanımam oldu. Bir grup güzel, idealist, samimi insan tanıdım. Benim için en önemli özellikleri samimi olmaları. Yaptığı işler belki sizin için bir anlam ifade etmez, nolacak rekor kırılacak ta diyebilirsiniz, ama bunu yaparken saf, samimi düşüncelerle yapmaları, insanlara da bu düşüncelerle davranmaları, bana kendilerini sevdirmelerini sağladı. Her birine karşı içimde ayrı bir muhabbet var. Aynı muhabbeti onlardan da görebiliyoruım. Hep aklımda, birgün ben  de onların arasına katılacam düşüncesi var. Bir gün inşallah İstanbul'lu olduğumda onlarla beraber olacağım. O zaman belki aradığımı bulurum.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Bana Allah'ım Gerek

Hep yalnız kalınca aklına gelir insanın. Bir bakar ki etrafında kimse yok, o anda farkeder Allah'ın varlığını. Sonra da başlar neyleyim dünyayı demeye...

Neyleyim dünyayı
Bana Allah'ım gerek.
Gerekmez mâsivayı
Bana Allah'ım gerek.

Ehl-i dünya, dünyada
Ehl-i ukbâ, ukbâda
Her biri bir sevdada
Bana Allah'ım gerek.

Dertli, dermanın ister
Kullar, sultanın ister
Aşık, cananın ister
Bana Allah'ım gerek.

Fani devlet gerekmez
Dürr ü ziynet gerekmez
Haksız cennet gerekmez
Bana Allah'ım gerek.

Bülbül güle karşı zar
Pervaneyi yakmış nar
Her kulun bir derdi var
Bana Allah'ım gerek.

Beyhûde hevayı ko
Hakkı bul, gör yahu
Hüdâi'nin sözü bu
Bana Allah'ım gerek.

28 Mayıs 2010 Cuma

Ey dide nedir uyku, gel uyan gecelerde



Ey dide nedir uyku, gel uyan gecelerde
Kevkeblerin et seyrini, seyran gecelerde

Bak heyet-i âlemde, bu hikmetleri seyret
Bul Saniini, ol ana hayran gecelerde

Çün gündüz olursun nice ağyar ile gafil
Koy gafleti dildârdan uyan gecelerde

Âşıklar uyumaz gece, sen hem uyuma kim
Gönlün yüzüne görüne canan, gecelerde

Gafletle uyumak ne reva abd-i hakire
Şefkatle nida eyleye Rahman gecelerde

Cümle geceyi uyuma, Kayyum’ı seversen
Ta hayy olasın Hayy ile ey can gecelerde

Dil, Beyt-i Huda’dır, anı pak eyle sivâdan
Kasrına nüzul eyler o Sultan, gecelerde

Az ye, az uyu, hayretle var fâni ol andan
Bul can-ı beka ol ana mihman gecelerde

Allah için ol halka mukarin, gece gündüz
Ey Hakkı, nihan aşk oduna yan gecelerde

Erzurumlu İbrahim HAKKI

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Sakın Terk-i Edepten !



Nâbî: “Nâ” ve “bî” menfî (olumsuzluk) eklerini birleştirerek kendisine isim yapacak kadar mütevâzı’ olan meşhur, Dîvân Edebiyâtı şâiri Yusuf Nâbî, 1678 yılında ekseriyeti Osmanlı Devlet adamlarından müteşekkil Hacc kâfilesiyle birlikte yola çıkar. Ve başından şu tarihi şiirinin kıssası ortaya çıkar.

Kâfile Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’i ziyâret etmek için Medîne-i Münevvere’ye yönelir. Kâfilenin şehre yaklaştığı bir gecede son defa mola verilir. Kâfiledekiler kısa bir süre içinde yorgunluktan uykuya dalarlar. Gözüne günlerdir uyku girmeyen Peygamber âşığı Nâbî ise o gece de uyumamaktadır. Gözleri yaşlı, Mescid-i Nebevî’ye kavuşacağı ânı beklemektedir. Rasûlullah Efendimiz’e bu kadar yakın olmanın hazzı sebebiyle de yerinde duramayıp gezerken gözüne birisi takılır. Yüksek rütbeli devlet me’murlarından biri ayağını o yöne doğru uzatmış bir hâlde uyumaktadır. O anda bu zâtı uyaracak ve uyandıracak tarzda şu mübârek mısraları söylemeye başlar.

“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-i Hüdâdır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir makâm-ı Mustafâdır bu.
Habîb-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazîlette
Tefevvuk-kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâdır bu.

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâil
Amâdan açdı mevcûdât dü çeşmin, tûtiyâdır bu.
Felekde mâh-ı nev bâbüsselâmın sineçâkidir,
Bunun kandili cevzâ matla-i nûr-i ziyâdır bu.
Mürâ’ât-ı edeb şartıyle gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı kudsiyândır bûsegâh-ı enbiyâdır bu”

Mânâsı: Edebi terketmekten sakın; Burası Allâhü Teâlâ’nın Habibi’nin yeridir.
Burası Allâhü Teâlâ’nın nazar ettiği, Mustafâ (s.a.v.)’nın makâmıdır.

Habîb-i Kibriyâ’nın yeridir ki; Fazilette üstünlük bakımından Allâhü Teâlâ’nın arşının üstündedir.
Bu mübârek toprağın parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi.

Yaratılmışlar iki gözünü körlükten açtı,
Zîrâ burası kör gözlere şifâ veren bir sürme gibidir.

Gökyüzündeki hilal onun kapısının yüreği yaralı âşığıdır.
O gökyüzündeki hilâle ışığının nûrundan veren kandildir.

Ey Nâbî! bu dergâha edebin şartlarına riâyet ederek gir.
Zîrâ burası meleklerin etrafında pervâne olduğu ve peygamberlerin hürmetle öptüğü tavaf yeridir.”

Bu mısraları işiten o zât hemen ayaklarını toplayarak doğrulur ve:

— “Ne zaman yazdın bunu? Senden ve benden başka duyan oldu mu?” diye sorar. Yusuf Nâbî de:

— “Daha önceden hiç söylememiştim. Şu anda sizi bu halde uzanmış görünce elimde olmayarak yüksek sesle söylemeye başladım. İkimizden başka bilen yok.” der. Bu sözler üzerine rahat bir nefes alan zât:

— “Mâdem ki bu şiiri burada söyledin, burada kalsın. İkimizden başkası duyarsa, senin için iyi olmaz.” diye îkâz eder. Ancak takdîr-i ilâhî bu zâtın istediği şekilde olmamıştır.

Kâfile, sabah namazı vakti Medîne-i Münevvere’ye ulaşır. Onlar Mescid-i Nebevî’ye girerken müezzinler Ezân-ı Muhammedî’den evvel Nâbî’nin:

“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-i Hudâdır bu;

Nazargâh-ı İlâhîdir makâm-ı Mustafâdır bu” mısralarıyla başlayan naatını okuyorlardır. Nâbî hayretler içindedir. Birkaç saat önce çölün ortasında okuduğu bu şiiri, şimdi Mescid-i Nebevî müezzinlerinin yanık seslerinden dinlemektedir. Sabah namazını edâ ettikten sonra o yüksek rütbeli me’murla birlikte müezzinlerin yanına gider. Ve müezzinlerden birine:

— “Allâh aşkına Peygamber aşkına ne olursun söyle, Ezandan önce okuduğun naatı kimden, nereden ve nasıl öğrendin?” diye sorar. Müezzin de büyük bir heyecan içinde:

— “Resûl-i Ekrem Efendimiz bu gece Mescid-i Nebevî’deki bütün müezzinlerin rüyâsını şereflendirerek: “Ümmetimden Nâbî isimli biri beni ziyârete geliyor. Bana olan aşkı herşeyin üstündedir. Bugün sabah ezânından önce, onun benim için söylediği bu şiiri okuyarak Medîne’ye girişini kutlayın.” buyurdular. Biz de Rasûlullah Efendimiz’in emirlerini yerine getirdik” der. Kulaklarına inanamayan Nâbî gözyaşları içinde müezzine:

— Sahiden ümmetimden mi dedi? diye sorar ve:

— Evet, cevâbını alınca düşüp bayılır.

Kaynak: http://www.incemeseleler.com/tarihi-meseleler/1545-sakin-terki-edepten-.html

13 Mayıs 2010 Perşembe

Beklenen

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

Necip Fazıl Kısakürek

6 Mayıs 2010 Perşembe

Çok dokundu :(

Gazeteleri incelerken bugün şu yazıya rastladım. Bir kaç gün önce olan Sarıyayla baskınını anlatan bir yazıydı. Okumanızı tavsiye ederim. Göz göre göre, oradaki askerlerin şehit olmasına imkan verildiğini anlatıyor. Gelin karakolumuzu basın denmemiş bir tek. Bir de üstüne bu yazı gelince iyice dellendim diyebilirim. Yazılarda herşey anlatılıyor. Paramız yok diye karakolu güçlendiremedik diyen komutanların, 100 milyon dolara vip uçak aldıklarını, Türk halkı rahat uyusun, hava kuvvetlerimiz var diyen komutanların, karakol baskınında hava yağmurluydu bahanesini uydurmasını bir türlü anlayamıyorum ve bu bana çok dokunuyor. Bunlara şerefsizlik denir.

20 yaşındayım, okul dolayısıyla şuan askerde değilim. Ama okulum olmasaydı belki karakoda baskın yiyen askerlerden biri de ben olacaktım. Bir an için kendimi onların yerine koydum. Karakolda asker olduğumu, ve bu karakolun baskın yiyebileceği istihbaratını aldığımızı ama buna rağmen gerekli ekipmanlarımızın, imkanlarımızın olmadığını düşündüm. Sonra baskın yediğimizi, arkadaşlarımın şehit olduğunu düşünüyorum. Sabaha kadar tek bir yardımın bile gelmediğini düşünüyorum. İsyan edesim geliyor. Bunun sebi olan herkese küfredesim, bela okuyasım geliyor. Bağırmak, o sorumluları tek tek bulup hesap sormak istiyorum. İçimdeki bütün nefreti üzerlerine kusmak istiyorum. HAİNLER demek istiyorum.

Yıllardır bu ülkede terörle mücadele yöntemlerinin yanlış olduğu, 3 kurşun atan askerlerin çatışmaya gönderildiği, karakolların güvensiz olduğu... konuşuluyor. Hiç mi birini dikkate almadınız lan. Hiç mi Allah korkusu yok sizde? Bir gün o çocukların hesapları sorulmaz mı sizden?

İlk yazıda askerin şu sözü dikkatimi çekti "İşte ben de onu soruyorum. Baksanıza ambulans gidebilmiş. Sizce neden araç çıkarmamışlar? Kesinlikle ihmal var... Ama komutanlar tanrı yani, sorgulayamayız ki." Onlar da elbet birgün sorgulanacak. Onların da hesapları kesilecek, fişleri önlerine koyulacak. Bugün belki 70 milyon insan o ihmali olanlara hesap soramıyor ama o gün geldiğinde her biri hesap soranın karşısında tir tir titrecekler. 

Hırsımı, sinirimi, nefretimi biraz olsun düşüren birşey varsa o da, bu adamlardan bu dünyada olmasa da ahirette hesap sorulacağı. Ordaki hesap burdaki hesaplar gibi de olmayak. O komutanların herbirinin üstünde tüm milletin hakkı var. O hakkın altında ezilecekler.

Çok dokundu bana. Duygularımı doğru düzgün yazamadım bile nefretimden. Kendime de nefret besliyorum. Biz nasıl daha zevkle, rahatla, parayla, neşeyle... yaşarız derken, bizim yaşımızdaki insanlar, bazılarının bilerek yaptıkları ihmaller yüzünden can veriyor. Adil değil bu!

26 Nisan 2010 Pazartesi

En az 3 çocuk :)

Dün amcam geldi bize. Kendisi İzmit'te oturuyor, babannemi ziyarete gelmiş. Amcam tabiri caizse çok kaynak adamdır. Gençle genç olur, çocukla çocuk olur. Ama en önemli özelliği sıkması :) Anlattıklarını öyle büyüterek anlatır ki, kendinizi tutamaz gülersiniz. Hani bi Ziyaaaaa vardır :) Yeğenlerine aslan avını felan anlatırken abisi "atma ziyaaaa" der :) Amcam da bize anlatırken babamın bunu dediğini duyar gibi olurum :) Ama biz öyle anlatmasını severiz amcamın. Anlattıklarını en az 1/3 ile çarpıp öyle inanırız :) Dün konuşurken bişey dedi. Ben küçükken sizin gibi olmaya özenirdim dedi. Benim ne hala oğlu var ne amca oğlu ;bir kardeşim vardı (babam) başka da kimse yoktu. Mahallede kavga ettiğimiz zaman adamlar sülalesini toplardı, biz iki kişiydik, tabi dayak yerdik dedi :) Büyük ailelere hep özenmiş. O böyle diyince düşündüm de haklıydı aslında.

Benim 4 halam 1 de amcam var. Ben çocukken 1 halam hariç hepimiz aynı şehirdeydik ve evlerimiz de yakındı. O yüzden hep gider gelirdik biribirimize. Çocukluğumda hala, amca oğullarından başka arkadaşa pek ihtiyacım olmadı diyebilirim. Hep onlarla oynardık, kavgaya da onlarla giderdik (her ne kadar kaçsalar da) :) Amcam gibi öyle akrabasızlık çekmedik yani. Anne tarafım ise tamamen bir mahalle biribirine akraba olduğu için orda hiç mi hiç eksiklik hissetmedik. En çok anne tarafını sevmemizin sebebi de oydu heralde. Hem seyrek gitmemiz hem de orda hiçbir zaman arkadaşlsız kalmamamızdı. Hala daha insan akraba yaşıtlarını düşündükçe arkasına sağlam bi yastık konumuş gibi hissediyor. İçini bi gurur kaplıyor sanki. Biz büyük aileyiz be diyor :)

Şimdi başlığa gelelim :) Babamlar 6 kardeşmiş. Babannem çok zorluk çekmiş ama şimdi meyvesini topluyor. Babamın 2 ya da tek kardeş olduğunu düşündüm de, çocukluğumuz çok eksik geçerdi heralde.  Pek tekin olmayan mahallemizde sokağa çıkamadığımız için, evin bahçesinde de oynayacak kimseyi bulamazdık. Amca, hala, teyze, dayı çocukları her zaman için en iyi arkadaşlar olabilir. O yüzden siz başbakanı dinleyin, torunlarınızın yalnız kalmaması için en az 3 çocuk :P :D

21 Nisan 2010 Çarşamba

Kemal abiden mim gelmiş, gendi gelsin... :)

Pek muhterem Kemal bey abimiz bizi mimlemiş. Bi de sonunda mırın kırın etmeyin demiş. Delikanlı adam mırın kırın etmez. Neyse bu kadar boş laftan sonra soruyu cevaplıyalım. Sanal alemdeki  en çok sevdiğiniz 5 arkadaşınızı yazın demiş. Aşağıda bu 5 kişiyi görebilmektesiniz.

1-) ismi lazım değil:) diye bi ablamız var onla başlıyalım :) Kendisi ile FF'de tanıştık sonra msn muhabbeti felan derken abla kardeş olduk. Çoğu sırrımı bilir :) Bi açıklarsa var ya yandık :D Ama yapmaz o bilirim. Daha bir kere olsun şaka yoluyla bile açıklarım demedi. Bir kere olsun ne kalp kırdı, ne de kalbi kırıldı. Allah yolunu her daim açık etsin.

2-) İkinci sırada Oğuz abi var. Onunla da FF'de tanıştık. Bir projesi vardı yeni yayınlamıştı, benim de hoşuma gitti. Hem işime yaradı hem de destek vermiş oldum. Sonrası yine msn muhabbeti, Ankara'da buluştuk. Epey bi sohbet ettik. Hayatıma yön verirken fikirlerini aldığım insanlardan birisidir. İnşallah hep böyle devam ederiz.

3-) Betül diye bi kardeşim var bir de. Onu da FF'de tanıdım. Bizim bi msn grubu vardı adı "örgüt"dü lideri de Bidost'du (o örgütü artık siz düşünün) :) Orda tanıştık kendisi ile. Örgüte almak için mülakatını ben yapmıştım :P Zar zor geçmişti :P Şaka bir yana, bir erkek kardeşim vardı şimdi de bacım oldu. Rabbim ona da bol bol sabırlar versin. Çok güzel şeyler bekliyor olacak onu.

4-) Eh ayıp olmasın diye bu mim'in sahibi Kemal abiyi de analım :) Rahmetle anıyormuş gibi oldu bu ama neyse :) Kemal abiyle de FF'de tanıştık heralde. O daha önceden benim eski blogumu takip ediyormuş. Sonra FF'de muhabbete başladık. Aslında çok da muahabbetimiz yok diğerleri gibi ama niyese karşılıklı bi kan kaynaması var :) Kendisi de demiş İzmir'de beni görmeye gelmedi. Artık konuşmuyorum onla da. Bu mim de son muhabbetimiz olsun :P

5-) Geldik en zevkli kısma :D Bidost'u en sona bıraktım çatlasın patlasın diye :) Gerçi o şimdi kendi kendine "solistler en sona çıkar" diyecektir ama hiç kendisini kandırmasın :P Onla da FF'de tanıştık. Bu o zamanlar acayip ünlüydü FF'de. Herkes ona abone olurdu ama o kimseye olmazdı. Gören de Bill Gates zannederdi. Feedleri hep 100+ yorum alırdı :) Sonra ben abone oldum, Sonra o oldu bana bi dm attı "mafyamısın sen " diye. Öyle sardık muhabbete. Kemal abinin de dediği gibi delikanlı abladır. Bir baaayan olarak sadece bidoya LAN diye seslenirim, o derece delikanlı yani :) Severiz kendisini vesselam :)

6-) Ben ekstradan altıncı madde koyuyorum buraya ve bu sefer bir kişiyi değil, bir derneğin ekibini anlatmak istiyorum. Düşün Taşın Derneği'nin ekibi ile de FF'den tanıştık Çoktandır takip ediyordum kendilerini, bir gün Betül bizim örgüte gelince onun da Düşün Taşın ekibinden  olduğunu öğrendim. Zaman sonra İstanbul'a gittim ve tanıştım bir çoğu ile. En son da geçtiğimiz pazar günü kitap okuma etkinliğine katıldım. Çok sevdim ben onları. Her zaman içimden, keşke İstanbul'da olsam da ben de onlarla beraber çalışsam derim. 2 sene sonra onlar bu günleri anarken ben aaah keşke ben de olsaydım diyecem ama napalım, nasip kısmet.

Evet mim bu kadar. Farkettiniz mi bilmiyorum ama saydığım herkesi FF'den tanıdım. FF çok şey değiştirdi hayatımda. Birçok güzel insanı tanıdım. Yüz yüze görüştüğümüz kişi sayısı 40'ı geçmiştir heralde. O da benim için bir kapı oldu. İnsanları tanımamda bir vesile oldu. Daha da olacak inşallah. Haydin selametle

Ekleme: Mimi cevapladık da yaymayı unuttuk :)) O zaman ben de Kemal abi hariç burdaki herkesi mimliyorum. Blogu olmayanlar da msnden söylesin napalım :) (Bu durumda sadece bidost mimlenmiş oluyor :) )

19 Nisan 2010 Pazartesi

Buldum galiba :)

Neyi buldun diyeceksiniz :) Aslında buna bulmak denmez , farketmek denir. İçimdeki sürekli hüznün kaynağını farkettim. Genelde saklı olan ama bazen tavana vuran özlemin kaynağını farkettim. Geldiği zaman dünyadaki hiçbir varlığın gideremediği, kime anlatırsan anlat çare olmadığı, aslında her insanda olan bir özlem bu. İmam Rabbani nasıl tasvir etmiş bunu bakın:
Hüzün dalgası çarptıysa bir insanın yüreğine, ya Mevla'sını özlemiştir ya da Mevla'sı onu...Mevla'yı özleyen gönül ya hüznü bekler ya da hüzünlenir...Bela, gam ve keder Mevla'nın sevdiklerine gösterdiği kamçıdır..Vurdukça Kendine çeker..(İmam-ı Rabbani)
Hani Leyla, Mecnun'u çölde bulur da Mecnun onu tanımaz. Aslında Mecnun Leyla'ya değil aşka aşıktır derler. Bu da onun gibi aslında. İnsan hep bir şeyi özler, daha doğrusu özlediğini zanneder. Ama o özlediğine kavuşsa bile yine içindeki özlem dinmez. Çünkü o özlem, birine ya da birşeye değildir. Senai Demirci, Mesnevi'den de yararlanarak bunu şöyle anlatmış:
Dinle neyden ki hikâye etmede, Hep ayrılıktan şikayet etmede Mevlânâ’nın mesel dünyasında, ney insanı temsil eder. İnsan da, tıpkı ney gibi, içinde nefes saklamaktadır. İnsanın her sözü, bir özleyişin ve bir ayrılığın ifadesidir. İnsanın iç çekişleri, aslından ayrı olmanın hüznünü, yuvadan uzak olmanın sancısını yansıtır. Kamışlıktan kopardıklarından beri beni, Feryadım ağlatır her kadını ve erkeği. Kamışlık neyin anayurdu ve evidir. İnsan da tıpkı ney gibi cennetten, yani yuvasından ayrılmıştır. Kalbinin ebedî muhabbetle doyduğu cennetten dünya gurbetine sürülmüştür. İnsan kalbi, tıpkı ney gibi, fena ve zevalin, ayrılık ve yokluğun yaşandığı bu dünyada, inceden inceye feryad etmektedir. İnsan ruhu olması gereken yerde değildir; geçmişe ait hüzünler ve geleceğe ait kaygılar, aslında hep bu uzaklığın sözsüz ve sessiz ağlayışından ibarettir.
İnsan aslında Rabbisinin yanından ayrıldığı için hep O'nu özlemektedir. O'na kavuşmayı beklemektedir. Bunu farkedemeyen benim gibi insanlar da bu özlemir birilerine ya da birşeylere yüklemektedirler. Sanki onları özlüyormuş gibi zannederler. Bu sevgiyi, özlemi başkalarına yüklediği için, onlardan da aynı karşılığı beklemketedir ama bulamaz. Bunun karşılığını yalnız Allah verebilir. Bu kadar sevgiye cevap sadece ondan gelebilir. 

Aslında benim bunları farketmemi sağlayan yazı  burada  Siz en iyisi onu okuyun, benim zayıf laflarımla anlatılabilecek bişey değil bu. İnşallah siz de bulursunuz benim bulduğumu.

Kitap Notları - Kırk Ambar -1

Bundan sonra bu blogdan okuduğum kitaplardan aldığım notları, kitabın beğendiğim kısımlarını, hikayelerini de paylaşmayı düşünüyorum. İlk olarak da şuan okumakta olduğum İskender Pala'nın Kırk Ambar kitabı ile başlamak istiyorum.
  • Aşk ve sevgi, ilâhi anlamda yalnızca bir hedefe, Sevgili'ye bakmak, beşeri anlamda ise aynı hedefe birlikte bakmak..

  • Cihân-ârâ cihân içindedir arayı bilmezler
    O mâhiler ki deryâ içindedir deryâyı bilmezler
     
  • Kendi hüsnn hûblar şeklinde peydâ eyledin
    Çeşm-i âşıktan dönüp sonra temaşa eyledin
    (Ey yüce Allah! Kendi güzelliğini önce, güzeller suretinde görünür kıldın, sonra da dönüp âşıkların gözünden onu seyre koyuldun. Şimdi gören de sensin, görünen de...)
     
  • Dolaşur gül gibi elden ele peymane gönül
    Dökülür sonra senin gölgene mestâne gönül
  • Endişe-i akldan cüdâ kıl
    Aşk ile hemîşe âşinâ kıl
    (Akıllı olma kaygısından kurtar beni de, aşk ile içli dışlı eyla Allah'ım. /  Mecnunun, Kâbeye gidip akıllı olması için dua etmesi bekenirken ettiği dua :) )

  • Sümame bin Esrer anlatıyor: Hirakl manastırına girdim, orda bir direğe bağlanmış bir genç gördüm. Sordu:
    - İsmin ne?
    - Sümame
    - Kelamcı mı?
    - Evet.
    - Ey sümame uykunun lezzeti var mıdır?
    - Evet.
    - İnsan uykunun lezzetini ne zaman tadar o halde?
    Şaşırdım. Eğer uykudan evvel desem, hata etmiş olacağım. Uykudayken desem, uyuyanın aklı devrede olmadığı için yanlış olacak. Uykudan sonra desem, yine hatalı olacak çünkü artık uyanılmış. Utandım.
     
  • Ayıttı ol peri bir gün düşüne girüren bir şeb
    Sevincimden nice yıllar geçipdür görmedim uyku
    (Lütfedip, "bir gece rüyana gireceğim" diyen sevgilinin bu vaadine sevinmekten yıllardır uyku uyuyamadım)  :)

  • Bakma yâ Râb sevâd-ı defterime
    Onu yak âteşe benim yerime
     
  • Yan yüreğim yan
    Gör ki neler var
    Bu halk içinde
    Bize güler var
    Bu şiirde aslında ilk dizedeki yan kelimeleri yâr imiş. Yâr yüreğim yar / Gör ki neler var "Ey yâr hele yüreğimi yar da bir bak, gör ki neler var" anlamında.

Yeter Gönül



Yeter gönül yeter senden çektiğim,
Avuca sığmadın ele sığmadın.
Yıllar yılı gözlerimden döktüğüm,
Yağmura sığmadın, sele sığmadın

Gönül senin ile gitmek zor işmiş
Seni adım adım gütmek zor işmiş
Senile yolculuk etmek zor işmiş
Dağlara, taşlara, yola sığmadın.

Sen yoldaş değil de esir aradın
Esirin de oldum kusur aradın
Emellerin için asır aradın
Mevsime sığmadın, yılsa sığmadın.

Sen bitmedin ama ben artık bittim
Sazımla beraber peşinden gittim
Onu da emrine amade ettim
Perdeye sığmadın, tele sığmadın

Hizmet ettim hizmet sana her şeyle
Sonunda gocattın Arif'i böyle
Şiir mi yazmadım destan mı söyle
Kelama sığmadın, dile dığmadın.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Zor ve sıkıcı haftalar

Bu hafta çok sıkıldım ben. Okul bir yandan, içimdeki sıkıntı bir yandan bastırdı. Bir geçtiğimiz çarşamba günü bir kardeşimin annesinin vefat ettiğini öğrendim. Sanki benim annemmiş gibi üzüldüm diyebilirim. Ama sadece "gibi" diyebilirim, çünkü asıl üzüntüyü o bilir. Rabbim bol bol sabırlar versin, zor günleri atlatmayı nasip etsin. İnşallah annesinin de amel defteri kapanmayacatır. Ardında hayırlı evlat bırakanların amel defterleri kapanmaz diyor efendimiz, biz de böyle olması için dua ediyoruz.

Bu haftaler hem zor hem de sıkıcı haftalar. Senenin bitmesine 2 ay kaldı, vizeler de başladı tabi. Bugün ilk vizeye girdim. Sonuç yine hüsran. 45 dakikada 4 sayfalık sınavı çözmemizi istiyordu hoca. Zaten kendisi de biliyor yapamayacağımızı. Amacı, çok öğrenci kötü not alsın, kör sayesinde çok öğrenci geçsin. Ama ya bir kısım öğrenci iyi not alırsa? Böyle hoca mantığı nasıl olur anlayamıyorum. 8 yıllık bölümde bir tane 4.00 ile mezun olan öğrenci yok. Diğer üniversitelerde ise en az 3 er tane var. İyice sinir etmeye başladı beni bu okul, bi yerden sonra tak edecek. Daha iki gün önce asistan hoca ile tartıştık. Ömrümüz boyunca belki 10 kere kullanacağımız bir tabloyu ezberlememizi istedi. 

Bugün itibari ile İstanbul'da staj yerimi de ayarlamış bulunmaktayım. Kadıköy'de bir firmada yapmayı düşünüyorum bir aksilik çıkmazsa. Zaten bütün bu okul derdini, yazın İstanbul'a gitmenin hayaliyle çekiyorum yoksa hiç çekilmez :) 18 Nisan'da da İstanbul'da olacam inş. Kitap okuma etkinliğine katılıp, fikirsizlerle çay içecem :)) Çaylar onlardanmış öyle dediler :P

Hayatımdan özetler böyle, belki bugün bir de içimden gelen duygu ve düşünceleri yazarım. Son zamanlarda çok şey düşünüyorum ama hiçbirini yazamıyorum. Buraya geçince hepsi uçup gidiyor. Keşke düşünceleri aynı anda kağıda aktaran bir cihaz felan olsa da boşa gitmese onlar :)

6 Nisan 2010 Salı

Ben geldim :)

Ben bu blog yazma işini tutturamadım bir türlü. Friendfeed denen şey blog yazmamı engelliyor, çünkü orda kısa kısa anlatıyorum herşeyi. Blog yazmak için uzun düşüncelerinin, hikayelerinin olması gerekiyor. Bidost'un dediğine göre ff'den önce blog tutmaya başlasaydım böyle uzun zaman yazmadan duramazmışım. Aslında haklı da çünkü FF'de bir sürü blogcu var ve bloglarını da aksatmıyorlar.

Neyse efem, ben bir önceki yazımda acil eylem planı yaptığımı söylemişim ya onun ilk aşamasını başarı ile tamamladım :) Ama bundan sonraki aşamalar başarısız olacak çünkü okul fena bindi üstüme. Projeler, ödevler derken kendi işime vakit kalmıyacak gibi. E tabi biraz da benim suçum var bunda çünkü boş zaman nasıl üretilir bilmiyorum. Boş zamanlarımı hakkaten boş geçiriyorum bunun için aciil bir çözüm bulmam lazım.

İstanbul'u özlediğimi bildirmek isterim. Dün rüyamda "İstanbula gidecem" diye sayıklıyormuşum, babannem söyledi. 18 Nisan'da bir İstanbul yolculuğu yapmayı düşünüyorum. Düşün taşın ile kitap okuyup, fikirsizler ile de tabu oynuyacam :) Bir de imkanım olsursa boğaz turu yapmak isterim. Nisan ayında boğaz bir başka güzel oluyor.

Bu aralar çok fazla hayallere dalmaya da başladım. Öyle ki otobüste yolculuk ederken, rüyalarımda hayallerimin gerçekleştiğini görüyorum :) Çok fazla takıldım heralde ki artık bilinç altıma yerleşti bunlar. En iyisi hayatı oluruna bırakmak. 

Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.

22 Mart 2010 Pazartesi

Haydi Bismillaaah !

Başlıktan da anlaşılacağı üzere birşeye girişiyorum :) Hem dünya hem de ahiret adına artık daha düzenli olmaya niyetlendim. Bunun için arkadaşımla birlikte 3 aylık acil eylam planı çıkardık. Hah hemen diyyin demi "hükümet de çıkarmıştı nooldu?" hemen hadi ordan diyin :)  Ama bu sefer çok kararlıyım,  çıkardığımız plana uycaz. Bu sefer tek de değilim hem. Gerçi arkadaş da benden beter :) al beni vur ona :D yav tamam arada sırada fire veririz ama olsun kararlıyız, güçlüyüz :)

Hadi bana bol bol dua edin. Özellikle maneviyatım için dua edin. Maddiyat kolay iş ;)

20 Mart 2010 Cumartesi

Dünya Şiiri





Burada hiç kimse durucu değil,
Hepimiz dünyâdan göçmeye geldik.
Kör olan bu işi görücü değil,
İyiyi kötüden seçmeye geldik.

Pazarcılar gibi alış-verişle,
Öbür âlem için bir sürü işle,
Az bir sıkıntı, biraz bekleyişle,
Bu çetin köprüyü geçmeye geldik.

Gelmedik buraya biz dava için,
Encâmı karanlık bir kavga için,
Dünyâlara ait bir sevdâ için,
Bizler âb-ı hayat içmeye geldik.

Kehf ashâbı gibi mağaralarda,
O en Kutlu ile mübârek GÂR'da,
Henüz ölüp gömülmeden mezarda,
Bitmeyen çileyi çekmeye geldik.

Niceler düştüler dünyâ ağına,
Vuruldular bahçesine bağına,
Anlarlar varınca son durağına,
Bizler bu bahçeyi ekmeye geldik...

5 Mart 2010 Cuma

İçimden geldi

Din nedir? Korkulacak bir şey midir? Kötü bir şey midir? Zararlı mıdır? Dindar olunca ne olur? Neden insanlar kaçar ki dinden ve dindardan? Neden hep sonraya ertelerler dini görevlerini? Neden işte bu adam dinci derler? Neden dindar olduğu için arkadaşları arasında farklı görülür insan? Neden namaz kılmaya gittim diyince birden yüzler değişir?....

Şöyle etrafıma bakıyorum da çok az insan Allah’ı düşünüyor. Çok az insan, dünyaya neden geldiğini biliyor. Biliyorum diyen insanlar bile bilmiyorlar. Hatta namaz kılan insanlar bile bilmiyor. Buna ben de dahilim. Hakiki manada, hiçbir şeyi bilmiyoru(z)(m). Bildiğimiz her şey sadece yüzeysel şeyler ve bunlar sadece bilmekte kalıyor. Bildiğini hayata yansıtmadıktan sonra bilmenin ne anlamı kalıyor ki? Bilgi hamallığından başka bir şey değil. Allah var mı? Var tabii diyoruz. Ama yokmuş gibi yaşıyoruz. En çok kimi seviyorsun? Önce Allah sonra sen diyoruz ama Allah’tan önce kim bilir neleri seviyoruz… Namaz Allah’ın emri mi? Evet diyoruz ama cumalara bile gitmiyoruz. Namaz kılanlarımız da neden namaz kıldığını bilmiyor. O namazlarımız sadece fiziksel hareketlermiş gibi kılınıyor. Yani kısacası dinimizi gerçekten bilmiyoruz. Bildiğimizi zannettiklerimiz de gerçek manasıyla bilmiyor. Bilmediğimi şeyden de kaçıyoruz doğal olarak.

Ah bir bilsek, Allah bizi ne kadar çok seviyor. Bizi bizden çok seviyor. Ama biz onu bilmiyoruz, öğrenmiyoruz.. Kaçıyoruz ondan ve söylediklerinden. Namaza emir diyoruz; insanoğlu emirlere karşı gelmeyi pek sever. Aslında namaz o anlamda bir emir değildir. Namaz insana bir hediyedir. Derinlemesine düşününce, namazın aslında emredilmesine gerek olmayan, insan için aslında bir ihtiyaç olan ibadet olduğunu görüyoruz. Namaz kılmaya, dua etmeye ihtiyacımız var. Çünkü bizim içimizde bir yerlerde bir boşluk var ve bu boşluk yalnızca, namaz ve dua ile doluyor. Allah’a dua etmeye ihtiyacımız var. Mutlak aciz olan biz insanların, kudreti sonsuz olan Allah’a ihtiyacı var. Ona içini dökmeye, onunla dertleşmeye, annemizin kucağına başımızı koyar gibi; onun huzuruna çıkmaya ihtiyacımız var. Bizim onun şefkatine ihtiyacımız var. Annemize şefkati veren, ve annemizin şefkatinden sonsuz kez büyük şefkati olan Allah’ın şefkatine ihtiyacımız var.

Allah’ım eğer senin varlığını bilmeseydim, sıkıldığım, daraldığım, bunaldığım zamanlarda senin huzuruna gelip, sana içimi dökmeseydim, senin beni benden çok sevdiğini bilmeseydim, ben bu kadar sıkıntının içinde boğulurdum da bir daha çıkamazdım. 

Rüzgâr nasıl sürükler sararan yaprakları,
Hafiften yağdı yağmur, ıslattı sokakları.

Güneşle aramıza girmiş kapkara bulut,
Aydınlatmıyor artık güneş ışığı sönük.

Umutlandım, geceden sordum parlayan ayı,
Yıldızlar bile küskün görünmüyor alayı.

Avuçlarım açıldı yükseldi göklere dek,
Kalbime bir ses geldi, “sevgili kulum sabret”

Isındı damarlarım, yumuşayıverdi kalbim,
Aydınlattı her yeri Allah’a olan sevgim.

2 Mart 2010 Salı

Mescit dostları

Üniversite hayatı, insanın nefsi ile en çok çatıştığı dönem olsa gerek. Gençliğin en yoğun olduğu, dolayısıyla da nefsin elinde bir çok silahın olduğu bir dönem. Sabah derse girersiniz, sonra öğlen olur 1 saat aranız vardır. Bu 1 saatte yemek yemeniz ve dinlenmeniz gerekir. Bunun yanında öğlen namazını kılmanız gerekmektedir. İşte burada çok zorlanır insan. Hele bir de namaza tek başına gidecekseniz, diğer arkadaşlarınızdan ayrılıp, mescidin yolunu tutmak zor gelir insana. Şimdi onlar gidecekler, bir yerde yemek yiyecekler, gülecekler eğlenecekler... Sen ise onlardan ayrı olarak, okulun en uç köşesine gidip, bodrum katına inip namaz kılacaksın. Sen bunları yaparken, onlar hiç demeyecekler, "Yusuf nerde kaldı" ya da "Yusufu bekleyelim öyle yemeğe gidelim". Akıllarına bile gelmezsin o sırada.

Bir şekilde nefsinizi yenip mescidin yolunu tutarsınız. Kapıdan ilk girişte tanıdık simalar görürsünüz biraz. Bol bol zenci insan görürsünüz mescidde :)  Abdest alırken eski bir arkadaşınızı görürsünüz. Hazırlık sınıfındayken tanışmışsınızdır, arada sırada böyle mescidde görüşürsünüz. Mescit dostları diyorum ben onlara. Onlar çok farklı dostlardır. Sizi siz olduğunuz için seven, size "kardeş" diyen insanlardır. Namaza beraber dururken, Hakk katında birbirinize eşit olursunuz. Artık aranızda fark yoktur. Ne karizma, ne not ortalaması, ne sempatik olma... gibi hiçbir fark orada geçerli değildir. Namaz bittikten sonra eğer bir aceleniz yok ise iki kelam edersiniz. Nasıl gidiyor dersler felan dersiniz. Kimse hakkında gıybet etmezsiniz, kimseyi çekiştirmezsiniz, hocalarınıza sövmezsiniz. Saf bir sohbettir orada geçen 5 dakikalık sohbet. Birbirinize güler yüzle bakıp, dinlerken başınızı eğersiniz. Karşılıklı saygı öyle büyüktür ki, kendinizi bir an âlimler meclisinde zannedersiniz.

Bazen öyle bir zaman olur ki, yukardaki arkadaşlarınız canınızı çok sıkar, hemen aşağıya mescide gidersiniz. Onları yukarda kendi hallerine bırakıp, Rabbinize yönelmeye gidersiniz. Çünkü sizi ancak o anlamaktadır. İnsanları sizi anlamadığı, kimsenin size değer vermediği zamanlarda, size o değer verir. "Yine işin düştü de geldin demi" demez size. Geldin ya gerisini boşver der adeta. Namazdan sonra bir de mescit dostlarınızı gördünüz mü, onlarla biraz sohbet ettiniz mi; artık içiniz ferahlamıştır. Siz artık kendinize değil, yukarıdaki arkadaşlarınıza üzülürsünüz. Keşke onlar da benin tattııklarımı, hissettiklerimi yaşayabilseler dersiniz. Keşke onlar da şimdi burda olsaydı dersiniz. Keşke onlar da mescit dostlarım gibi olsalar..

22 Şubat 2010 Pazartesi

Başlık da yazamadım

Oooo epey olmuş yav :) Böyle yazı başlangıcı da olmaz ama, napalım başlayamıyorum bir türlü yazmaya. Tam 13 gündür yazamadım. Yazmayı bırak paneli açıp da blog bile okuyamadım. Son bir haftadır bi web projem var onunla uğraşıyorum, bitince zengin olacam :P biraz bunun yüzünden biraz da canımın istememesinden uğramadım buralara.

Kendimi yine ot gibi hissetmeye başladım. Boş boş bilgisayara bakıyorum, robot gibi kod yazıyorum, birisi msnden bişey dediğinde sadece gülüyorum, cevap bile veremiyorum. 

Yavaş yavaş toplanmaya başladım. Yarın itibari ile 1 aylık bir program çıkarmayı düşünüyorum. Gün, gün neler yapacağımı yazcam.

Okul da açıldı, amele gibi dersler başladı. 5. seneyi garantilediğimi öğrendim bu arada. Son sınıfın kredisini azaltmışlar, kaldığım dersleri temizleyemiycem.

10 gün kadar önce dayımın bi kızı oldu. Adını ne koymuşlardı unuttum valla şimdi :)  Anne tarafı, Ankara'ya akın gerçekleştirdi :) biraz da onlarla meşgul oldum. Dayımın evinin balkonunda bir Ankara manzarası var ki müthiş. Amatörce birkaç fotoğraf çektim, sağ tarafta görebilirsiniz.

Geçenlerde metroda birisini gördüm. Yüzü tamamen yanmış, kulakları kaybolmuş, dudağı şişkin kalmış. Parmaklar desen varla yok arası :( Çok kötü bir durumu vardı. Dedem geldi o sırada aklıma. Onun da bacağı yanmıştı, hastaneye yattı ancak 45 gün sonra iyileşemedi ve vefat etti. Yanık nasıl kötü bir şey iyi bilirim. Çok zor imtihandır... 

Düşündüm de herkesin bir derdi var. Özellikle hastalık derdi olanların sayısı çok fazla. Sonra etrafımdaki insanları düşündüm. Kimlerin ne derdi var diye. Gördüm ki bir kısım insanların, "Allah'ın rızasını kazanmak" gibi bir derdi var. Bunun için İslam'a hizmet ediyorlar. Bu insanların dünya adına çok fazla dertleri yok. Çünkü onların en büyük derdi, insanların Allah'ı bilmesi, ona ve dinine hizmet etmek. Bunun dışındaki dertler onlara küçük gelmekte ve zaten Rabbim onlara da dünyevi dertler vermemekte. Mesela bu insanlar çok nadiren hasta olurlar, başlarına çok nadiren bir bela gelir. Bir kısım insanlar da var ki, bütün dünya onların dertleri olmuş. Sürekli dünya ile meşguller ve sürekli de bir sıkıntıları var. Kimisi çok hasta, kimisi çok fakir, kimisinin ruh hali iyi değil... Böyle karşılaştırmalar yaparken gördüm ki, her insanın bir derdi var. Allah herkesi bir şekilde imtihan etmekte. O zaman derdimiz Allah rızası olsun ki, hem dünyevi dertlerden kurtulmuş olalım hem de sevap kazanalım. Çok kârlı bir dert bence ;)

Bu aralar maddi durumlar iyi değil, evde bu yüzden de huzursuzluk var. Babamın işsiz olması iyice psiklojisini bozdu, aynı şekilde annemin de. İki psikolojik sürekli tartışır oldular. Aslında ikisi de gayet dindar ve tevekkül sahibi insanlardır ama, bu işsizlik 1 seneyi aşınca, bir de girişilen her çabanın sonucu zarar olunca artık sorun olmaya başladı. Bir baba için en zor şeylerden biri olsa gerek işsiz kalmak. 

Hizmete geri döndüğümü yazmıştım ya:  döndüm dönmesine dee hâlâ sıkıntılarım var. Bir türlü kendim isteyerek iş yapamıyorum. Abilerimin demesiyle de yapmak içimden gelmiyor. Zorlamam lazım galiba kendimi. Hemen olmuyor diye pes etmemem lazım gibi. Ama arkadaşım onlar da daha gelir gelmez, yeni oluşmaya başlayan bi hizmet alanın başına koymuşlar beni. Yahu ben zaten zar zor çalışıyorum bir de böyle yapıyolar. İşin zor tarafı, ben zaten yazın bu alandaki hizmetin başlangıcını yapmıştım, temelleri atmıştım sonra asıl işin sahibine devretmiştim. O da tabi ilgilenememiş, tıpkı benim lise hizmetleri ile ilgilenememem gibi :( şimdi sil baştan başlıyacaz :(

Cumartesi günü Ankara'lı yazılımcıların atöyle çalışmasına gittim. Orda bluekid diye birisi vardı. Yapay zeka hakkında bi sunum yaptı. Adam hoabi olarak ilgileniyor bununla. Yaptığı projeler yükseklisans bitirme projesi olabilecek seviyede :) Öyle piskopat bi programcı :) İşin güzel yanı, bu kişinin dindar birisi olması. demek ki neymiş, dindar olmak, iyi mühendis ya da herhangi bir meslek adamı olmaya engel değilmiş. Helal olsun diyorum. 

Bu gün blogları okurken gördüm de mimlenmişim.Beyaz Gül mimlemiş beni. Kendini 7 maddede anlat demiş. Kekşe 70 soru olsaydı da bana kendini anlat demeseydi :) ben hiç kendimi anlatamam ki. Anlatabilsem zaten, profilimdeki hakkımda yazısını yazardım :) Ama napalım artık bişeyler yazcaz  ama ne zamana yazarım bilmiyorum. Kaç kere başlarım yazmaya sonra geri silerim... :)

13 günün acısını çıkarır gibi yazdım. Bu kadar yeter :) Bana bol bol dua edin desem eder misiniz? :)

9 Şubat 2010 Salı

Her şeyi alttan alan Rabbime hamdolsun

Bu sözü friendfeed'de gördüm ve şuan bana bişeyle çağrıştırdı yazmak istedim. Bugün öğrencilerim beni fena halde sattılar. Tam 10 saattir gelmediler. Çok kızgınım şuan onlara. Biz bu kampı, onların iyilikleri için, maneviyatlarını tazelemeleri için yaparken, bunun için zaman, para, emek harcarken, onlar nerde olduklarını bile haber vermiyorlar. Mümkün olduğunca sıkmamaya çalışıyorum. PES oynayalım diyorlar, oynatıyorum. Film izleyelim diyorlar izletiyorum. Yemeklerini dışardan özel söylüyorum. Sofralarını bile ben serip kaldırıyorum. Ama buna rağmen vefa gösterip de gelip iki sayfa kitap okumuyorlar. Üstelik, dediğim gibi, okuyacakları kitaplkar da onların maneviyatlarını korumaları için. Yani iyilikleri için.

Şimdi başlıkla ne alakası var diyeceksiniz. Şöyle ki; insanoğlu da tıpkı benim öğrenciler gibi. Rabbimiz bizim için bir kamp ortamı kurmuş. Bu ortamı nimetlerle süslemiş. Demiş ki, biraz çalışın ahiretiniz için sermaye biriktirin. Üstelik bizi çok da sıkmıyor. Dünya zevklerini tatmamıza izin veriyor. Günde sadece 5 vakit namazı kılmamız yetiyor. Ancak biz, tıpkı öğrenciler gibi vefasızlık gösteriyoruz ve, 24 saatin 1 saatini alan namazı bile kılmıyoruz.

Öğrencilerim geldiğinde, onlara kızmayı düşünüyorum. Hele imkanım olsa, dövmeyi bile düşünürüm. Afeetmeyi düşünmüyorum. Mutlaka bir ceza vermeliyim yaptıklarının karşılığında. Ama Rabbimiz öyle değil. Ne kadar geç gelirsek gelelim affediyor. Önemli olan gelmeniz diyor. Geldiğiniz vakitten önce yaptıklarınızı bir anda siliyor. Adeta bize ceza vermemek için bahaneler arıyor. Her zaman alttan alıyor.

İşte bu yüzden, "Herşeyi alttan alan Rabbime hamdolsun" diyorum.

Çok Şükür

Uzun zaman olmuştu hizmetten ayrılalı. Aslında sadece 3 ay oldu ama bana çok uzun geldi. Ayrılma dediğim de tam anlamıyla ayrılma değildi. Manevi olarak bir bunalıma girmiştim ve hiçbir iş göremez hale gelmiştim. Üstümde bulunan vazifenin hakkını veremediğim için geçici bir süreliğine ara vermeyi düşünmüştüm. Ailemin bulunduğu şehirde okuduğum için, kendi evime geri döndüm. Kaldığım hizmet evinden ayrıldım. Bir süre kendi evimde kalıp maneviyatımı geliştirmek, kitap okumak, kendimle baş başa düşüncelere dalmak ve düşüncelerimi değerlendirmek, irdelemek istiyordum.

3 ay kadar sonra bugün yeniden hizmet evindeyim ve şuan bu yazıyı da yatmak üzere olduğum yatakta yazıyorum. Bir ara internet fırsatı bulursam yayınlarım. Şuan bir kamptayım. Gerçekten de özlemişim hizmeti. Çok uzun olmayan 3 ay gibi bir sürede o kadar çok özlemişim ki evin her yerinde geçmişteki anılarımı yaşıyorum. Her sohbetimizde eski sohbetleri, ‘hey gidi günler’i hatırlıyorum. 9 yıl sonra ilk defa hizmetten uzak kalmıştım. Abilerle yaptığımız sohbetleri, öğrencilerle yaptığımız geyikleri, ev cemaatiyle içtiğimiz çayları özlemişim. 

Rabbime binlerce şükür olsun ki, beni çok uzak tutmadı hizmetten. Tamamen uzaklaşmamı engelledi. Her şeyde olduğu gibi şüphesiz bunda da bir değil binler hayır oldu. 3 ay önce ara verme kararı alırken, ‘hizmet sadece burada değil ki başka yerlerde de hizmet olur’ diye düşünüyordum. İyi bir mühendis olursam hizmet etmiş olurum, iyi bir öğrenci olursam hizmet etmiş olurum, etrafımdaki insanlara gelecekleri adına bir şey katarsam hizmet etmiş olurum diye düşünüyordum. Doğru aslında bunlar da birer hizmetti ama hepsi dünya hayatına yönelik hizmetlerdi. İnsanların dünyalarını daha güzel yapabilme hizmetiydi. Şüphesiz bunun da Allah katında bir değer vardı ancak, iman-ahiret hizmeti ile kıyaslanamazdı bile. Asıl hizmet insanların ahiretlerine, kalplerine, maneviyatına yapılan hizmetdi. Zamanla bunu anladım.

3 ay boyunca yaptıklarıma şöyle bir baktığımda çok da bir değeri olmadığını görüyorum. Bu süreci yine devam ettireceğim ancak bunun yanında asıl hizmet olan, iman hizmetini daha çok özen göstererek yapmam gerekiyor. Her iş için değeri kadar çalışmak gerekiyor. Dünya hizmetlerine de ahiret hizmetlerine de değeri kadar çaba sarfetmek gerekiyor. Böyle yaptığım takdirde dengeyi sağlamış olurum. Ne dünyadan uzak kalmış, ne de ahiret hizmetlerini aksatmış olurum.

Dünya beni, kendine öyle önemli gösterdi ki, bu hizmeti ikici plana atabilecek düşünceye gelmiştim. Önce dersleri bahane etmeye başladım. Çalışamıyorum, iyi gitmiyor, derslere giremiyorum demeye başladım. Daha sonra, kendimi geliştiremiyorum, iyi bir mühendis olamayacağım; bir Müslüman işinin en iyisi olmalı, bu yüzden kendimi dersler dışında da geliştirmeliyim düşüncesine daldım. Ama fark edemedim ki bunları hizmetteyken de yapabilirdim. Önemli olan zamanı değerlendirmesini bilmek, gereksiz işlerden uzak durmaktı. Ama olmadı ve en sonunda ayrıldım. Daha sonra baktım ki derslerim yine aynı gidiyor. Bir sürü vaktim olduğu halde, ben yine derslere giremiyorum, yine kendimi geliştirmek adına hiçbir şey yapamıyorum. Bu duruma bahaneler uydurdum. Yok çalışma ortamım iyi değil, masam şöyle, sandalyem böyle, odanın duvarları öyle… Bu bahaneleri de çözdükten sonra baktım ki durumda hiç değişiklik yok. Dün bu kampa geldikten sonra anladım ki, asıl sorun hizmet değil, benim kafammış. Kendi kafamda sürekli bahaneler uydurup, şeytanın söylediklerine kafa sallayıp manevi alemlerden uzaklaşmışım. Öyle ki namazlarımı kılmaz olmuştum. Sürekli dini değerleri eleştirir, onları irdeler hale gelmiştim. 

Neyse. Artık buradayım ve amacım belli. Hem dünya adına hem de ahiret adına değeri kadar çalışmam gerektiğini biliyorum. Zaten ahretini güzel eden insanın, dünyası da güzel olur. İnsanın, ahiretini güzel etmek için yapılan şeyler, arka planda dünyasını da güzelleştiriyor.

3 Şubat 2010 Çarşamba

Fedakârlık...

Gençliğim dedim,
Ver! dediler.
İstikbalim? dedim,
Yok! dediler.
Kanım? dedim,
Dök! dediler.
Canım? dedim,
Milletin dediler.
Sevdim !...
Suçtur ! dediler.
Ve
Çığlıkla yarıldı karanlık,
Sevgimi
Çarmıha gerdiler...

Muhsin Yazıcıoğlu

28 Ocak 2010 Perşembe

Nankörleerr :P

Yazmayalı 4 gün olmuş :) Biraz zırvalayalım hadi :)

İki gün önce Tokat'tan Halamlar geldi. Dün de hala oğluna bilgisayar aldık. Bilgisayar mühendisliğinde okuyoruz ya, her bilgisayar alan bana danışıyor. Aslında danışmanlık ücreti alsam hiç fena olmaz hani :) Şimdi bizim halalar, bişeyi aldı mı en iyisini alırlar, o yüzden bilgisayar için de en iyisini istediler. Gittik vatan bilgisayara. Bilgisayar almaya 5 kişi gittik :) Ben ordaki görevliye listeyi verdim, o da bilgisayarı toplamaya başladı. Adam monitörü gösterecek, biz 5 kişi adamın peşinden ördek yavruları gibi monitörün yanına gidiyoruz :) Ses sistemini gösterecek, bu sefer oraya gidiyoruz. Böyle gezindik mağazanın içinde. Gülünç bi durumdu aslında. Altı üstü bir bilgisayar alıyoruz, 5 kişinin de bakmasının manası ne ki? Garipsiyorum böyle durumları :)

Neyse efem aldık bilgisayarı eve geldik, XP kuracam ben bilgisayara. Paketlerinien çıkarıyoruz amaaa nasıl özenle çıkarıyoruz bir görseniz :) ben kendi bilgisayarım olsa öyle özen göstermem sırf onların diline düşerim korkusuyla dikkatli davrandım :) Kurulumunu da yaptıktan sonra dedim biraz film felan atayım çocuğa. Sonra diğer halamlar geldi işte. Eeee onlar gelir de bilgisayarı görücüye çıkartmak olmaz mı :) Sanki gelinlik kız gösterir gibi bilgisayar gösteriyorlar :) " Bak teyze bilgisayar aldık".  "hımm güzelmiş ali " :)

Bilgisyarın 21,5" ekranı var, bir de 2+1 ses sistemi aldılar. Öyle olunca benim de canım film izlemek çekti :) dedim " la ali akşam film izleyek" :P tamam olur dedi. Ama 5 dk sonra hadi paketleyelim bilgisayarı dedi. Bu lafı duyunca dünya başıma yıkıldı sanki :P Ulan ben sizin için o kadar uğraştım vakit ayırdım, sen bi film izletme... Nakörsünüz lan :P Alın malınızı başınıza çalın :P dedim içimden :D

Öyle işte, bizim sülale biraz garip :) Ben mi? Ben onlardan da garibim heralde :))

Bugün bi de internet kafe programına hız veriyim dedim. Tam 9 saattir programı yazmakla uğraşıyorum :) bazen öyle bir yerde takılıyorum ki, yarım saat düşündüğüm oluyor. Ama güzel olacak güzeeell :) açık kaynak dünyasına hediyem olacak bu program :P

24 Ocak 2010 Pazar

Kriz dayımı da vurdu :)

Bugün tatilin ilk günüydü :) öyle bi rahatlık vardı ki üstümde anlatamam :) Her ne kadar bir hafta içinde yetiştirmem gerekn bir projem olsa da okulun olmaması büyük rahatlık veriyor. Öğlene kadar uyudum bugün, sonra dayım aradı bilgisayrı bozulmuş iş yerindeki. Bir sevindim bir sevindim ki :) Çünkü dayımın yanına her gittiğimde yan cebime bişeyler koyar ;) Kağıttan yapılmış bişeyler. Ama bugün o bişeyler, standart miktarının altındaydı. Vaah vaah dayıma dedim. O da ekonomik krizin etkisinde kalmış :) Standartlarını düşürmüş.

Dayımın iş yerinde otururken bi müşterisi geldi. Uzun uzun shobet ettik. Bi de ortamda 6-7 kişi vardı, hepsi de acayip kaynak adamlar. Bazen gülmekten gözlerim yaşardı diyebilirim. Bu gelen müşteri aleviymiş. Adam bir de çok kitap okuyormuş, bizimkiler soru soruyor adam hepsini cevaplıyor. Her ne kadar bazı cevapları yanlış olsa da boş olmadığı belli. Biri dedi ki, yav ne olacak şimdi bu aleviler namaz da kılmıyorlar :) Sanki sünniler çok mu kılıyorlar dedi, güldük. Güldük ama haklıydı. Sanki biz çok mu kılıyoruz. Ama lafa gelince, aleviler namaz kılmıyor diye suçlamayı biliyoruz. Her neyse bu başka bir konu. Ben, o lafa dikkat çekmek istedim sadece. Bi ara adam, neredeyse herkesi Türk yaptı :) Kendisi de Türkmenmiş aslen. Milletin yüzüne bakıyor, sen Türksün ya da değilsin diyor. Dayım beni gösterdi, bu ne ded :) Bu da biraz bizimkilere benziyor ama tam emin olamadım dedi. Dayım da doğru zaten ona biraz lazlık bulaştı ama babası Türkmendir dedi. Meğer adam, Türkmen olup olmadığına, yüznün şirinliğine bakıp karar veriyormuş. Ben de biraz şirinmişim :D

Eve gelince, oturdum bilgisayarın başına, topluluğun bloğunu düzenledim. Tasarımını felan değiştirdim. Foruma google reklamı koydum :) Hosting paramız çıkar heralde diye düşünüyorum. Yarın itibarıyal proje tekrar devam etmeyi düşünüyorum. Pazartesi Tokat'tan halamlar geldiğinde yine yavaşlarım çünkü.

Son bir not, yarın açıköğretim sınavları var. Bidost'a da buradan dua edelim ;) Allah yardımcısı olsun.

22 Ocak 2010 Cuma

Ve finaller biter...


Ooohh beee diye bi oooh çekiyim şöyle :) Normalde hiç sınavlara felan takılmazdım ama bu dönem biraz sıkışınca, mecburen sınav stresini ben de yaşadım. En son dün(perşembe) iki finale girdikten sonra hele bi de birinden 80 aldığımı öğrendikten sonra, sanki üstümden daş galdırdılar :) Çarşamba gece 05:00'da yattım gerçi o zaman çarşamba değil perşembe oluyor ama neyse işte :) 3 saat uyku uyudum. Şuan da acayip uykum var ama uyumak istemiyorum. Sanki sınavların bitmesiyle serbest kaldığım ya, ertelediğim bi sürü şey var da onları yapmak istiyor gibiyim. Halbuki öyle bişey de yok :)

Dün sınava çalışacam diye vadiyi de izledim zati :) 3 haftadır izlemiyordum bugün hepsini izledim. Gerçi artık eskisi kadar ilgimi çekmiyor ama olsun sırf Aron Feller müziğini dinlemek için izlerim :) Haaa bi de Zaza var onun hatırına da izlerim bak :) değil mi ceevheriiim :D Ali Sürmeliyi bu konuda takdir edebilirim (sanki ben takdir edince bişey oluyor da ) Aldığı her rolü çok güzel oynuyor. Adamımsın Ali  :P

Bugün ilk defa bowlinge gittim ayıptır sülemesi :) Zevkliydi ama biraz tuzlu işte :) Öyle bilgisayrdan dandik oyunlara benzemiyor. İlk iki atışta hiç bişey deviremedim. Tabi mühendis kafamı kullanarak, gerekli hesaplamamamı yaptım ve üçüncü atıştan sonra tuturmaya başladım :) Yalnız topu (top mu o) attığımız yerde bi yamukluk vardı sanki. Sağa doğru çekiyordu topu. İki kere strike yaptım :) strike ne diyeceeniz şimdi; bütün labutların tek seferde devrilmesiymiş ben de bugün öğrendim :) İsterseni zacemi şansı diyin yani :) Ben onu hesaplayarak attım her seferinde :P

Bi de bitmeden BİDO'ya sesleniyim: iyice inek oldun, bitir sınavları da gel artık :) kimse yorum rsen olmayınca friendfeed'de :) Bitirişi Zaza ile yapalım. Siz beni sevmiymisiiiiiz ? :)

19 Ocak 2010 Salı

Final of Finaller :P

Finallerin sonuna doğru geliyoruz. Yarın 1 ve öbürgün 2 finale girdikten sonra dönemi bitiriyoruz. Finallere çalışacam diye kaçgündür evden dışarı çıkmadım, gelgelelim finallere de çok çalışamadım. Tabiri caizse, kendimi ot gibi hissediyorum. Beynim duruyor, duygularım çalışmıyor, ben bilgisayara, bilgisayra bana bakıyor. Bu durum hep de böyle sınav dönemlerinde oluyor. Hani çok çalışıyorumi ondan benynim iflas ediyor desem öyle de değil :) Az çalışıyorum desem,  ne alakası var :) Kuran ve kitap okumuyorum bu günlerde ondan olabilir belki.

Evden dışarı çıkmadığım için öyle ilginç şeyler de yaşayamıyorum ki buraya yazayım. Harbiden bildiğin ot olmuşum yav :) Neyse yazacak, anlatacak bieşy yok öyle. Siz en iyisi bu ot'a bol bol dua edin. Bari şu son 3 sınavdan kalmasın :)

17 Ocak 2010 Pazar

Arabaya bindim, dönmedi teker :P

Bu aralar ne yapsam da köşeyi dönsem, paçayı yırtsam, para kazansam gibi düşüncelerle boğuşuyorum :) Girişimcilik moda oldu ya ben de modayı yakından takip eden biri(?) olarak, girişimci olmaya karar verdim :P Bi web sitesi yapsam, sonra onun günde 1000 felan ziyareti olsa, ben de reklamlardan para kazansam gibi :P Boş hayaller işte :)

Bizim evin yakınlarında yine bi düğün var. Öğlen 1 gibi başladı hâlâ devam ediyor. Arada bir çok meşhur olan uzun havasını söylüyor, "arabaya bindiiiiim , dönmediii tekerrrr" diye bi uzun havası var bu adamın :) İlginçtir hep de aynı adam geliyor düğünlere :D Garibim itşe arabanın tekeri dönmemiş, sonra dünyası başına yıkılmış. Karısı arabanın tekeri dönmüyor diye adamı terketmiş :) Evlatları da kaçmış evden felan, yaa böyle hüzünlü bi uzun hava işte :)

Bu arada internet kafe yazılımın gidişatı iyi haa :) sınavlar bitince, teknoparka başvurcaz iş için. O zamana kadar biterse, elle tutulur bi projemiz olur.

Bugün babannem baktım eline Kuran almış, böyle parmağıyla satırları takip ediyor. İyi de babannem Kuran okumayı bilmez ki dedim içimden :) Meğer halam demiş ki Kuran'ı okuyamasan da öyle sayfaları takip edersen sevabı var. Anneme de sormuş babannem, annem de her sayfada bi İhlas okursan daha iyi olur demiş. Yaşlılar böyle çok ilginç oluyorlar işte. Çok saf, temiz düşünceleri var. Bilmiyorlar ama yapmayı da istiyorlar. Mesela babannem bi ihlası bilir bi de fatiha :) bütün namazlarını onlalarla kılar. Yanında babanne diye seslensen, hıı der :D Sağa sola felan bakar :) Ya Rasulallah'ı Allah'ın ismi zanneder :) Öyle işte. Ama dediğim gibi çok saf ve temiz duygularla düşüncelerle yaparlar bunları. Allah kabul etsin inşallah :)

16 Ocak 2010 Cumartesi

Tavuk mu?


Dün akşam friendfeed'de bu resmi yayınladım. Bazıları bunlara tavuk dedi :) civciv bile demediler direk tavuk dediler :D Kanarya bunlar ka-nar-ya :) 

15 Ocak 2010 Cuma

Bugünden kısaca özet

Bugünü çok boş geçirdim. Sabah kahvaltıdan sonra kardeşim aradı, "abi bize acil internet kafe yazılımı lazım." dedi. Ben de tamam bulurum, bulamazsam kendim yaparım dedim. Gel gelelim bulamadım :) heralde bu gidişle kendim yapmak zorunda kalcam. Bu arada kardeşim polis meslek yüksekokulunda okuyor. Yazılım ordaki internet kafeler için lazımmış. Saat 10 gibi bi yattım, cumaya kadar camış gibi uyumuşum. Cumada namaz boyunca, yapacağım programın özelliklerini, nasıl yapacağımı düşünüp durdum. Yav benim kafa namazlarda niye böyle şeylerle çok meşgul oluyor anlamadım zaten. Ama çok güzel fikirler de çıkmıyor değil haa :) Namazlarda kafam iyi basıyor. Bundan sonra bişey düşünmem gerekirse namaz kılıyormuş gibi yapcam :

Bu da buraya ilk yazım olsun

Saat tam 00:00 :) Yaklaşık 1 haftadır nasıl bir blog açsam diye düşünüyordum. Günlük yazılar mı yazsam, sevdiğim yazıları mı paylaşsam, bunları nasıl kategorize etsem, iki blog mu olsun tek mi... gibi soruları değerlendirdim ve iki blog açmaya karar verdim. Daha önceden yusufname.net adresinde bir bloğum vardı ama orayı sadece edebi, dini içerikler için kullanıyordum. Bir de günlük yazılar yazacağım bir bloğum olsun dedim. Farklı bir alan adı almaktansa blogger'da yazmayı tercih ettim. Bundan sonra burası, yani Yusufname, günlük yazılarımı yazacağım blog olacak. Bir de Kenan'da bir kuyu isimli blog açtım, orayı ise eski yusufname.net gibi daha çok, dini, edebi içeriklerle doldurmayı düşünüyorum.

Blogger teması seçmek te çok zormuş ayrıca belirteyim dedim. Tam 147x8=1176 adet blogger temasına göz attıktan sonra iki tema seçerek bloglamaya başladım. Bu kadar çok zor tema seçmemin birinci sebebi; temaların %70'inin kızlara hitap etmesi. Yav hepsi çiçekli böcekli temalar. Bozar beni bunlar dedim :) Neyse işte iki tane buldum çok şükür de kurtuldum bu sıkıtıdan.

Vel hasılı, bundan sonra ben de blogger alemindeyim. İsteyen gelir ziyaret eder, çayımızı içer ;)