29 Mayıs 2010 Cumartesi

Bana Allah'ım Gerek

Hep yalnız kalınca aklına gelir insanın. Bir bakar ki etrafında kimse yok, o anda farkeder Allah'ın varlığını. Sonra da başlar neyleyim dünyayı demeye...

Neyleyim dünyayı
Bana Allah'ım gerek.
Gerekmez mâsivayı
Bana Allah'ım gerek.

Ehl-i dünya, dünyada
Ehl-i ukbâ, ukbâda
Her biri bir sevdada
Bana Allah'ım gerek.

Dertli, dermanın ister
Kullar, sultanın ister
Aşık, cananın ister
Bana Allah'ım gerek.

Fani devlet gerekmez
Dürr ü ziynet gerekmez
Haksız cennet gerekmez
Bana Allah'ım gerek.

Bülbül güle karşı zar
Pervaneyi yakmış nar
Her kulun bir derdi var
Bana Allah'ım gerek.

Beyhûde hevayı ko
Hakkı bul, gör yahu
Hüdâi'nin sözü bu
Bana Allah'ım gerek.

28 Mayıs 2010 Cuma

Ey dide nedir uyku, gel uyan gecelerde



Ey dide nedir uyku, gel uyan gecelerde
Kevkeblerin et seyrini, seyran gecelerde

Bak heyet-i âlemde, bu hikmetleri seyret
Bul Saniini, ol ana hayran gecelerde

Çün gündüz olursun nice ağyar ile gafil
Koy gafleti dildârdan uyan gecelerde

Âşıklar uyumaz gece, sen hem uyuma kim
Gönlün yüzüne görüne canan, gecelerde

Gafletle uyumak ne reva abd-i hakire
Şefkatle nida eyleye Rahman gecelerde

Cümle geceyi uyuma, Kayyum’ı seversen
Ta hayy olasın Hayy ile ey can gecelerde

Dil, Beyt-i Huda’dır, anı pak eyle sivâdan
Kasrına nüzul eyler o Sultan, gecelerde

Az ye, az uyu, hayretle var fâni ol andan
Bul can-ı beka ol ana mihman gecelerde

Allah için ol halka mukarin, gece gündüz
Ey Hakkı, nihan aşk oduna yan gecelerde

Erzurumlu İbrahim HAKKI

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Sakın Terk-i Edepten !



Nâbî: “Nâ” ve “bî” menfî (olumsuzluk) eklerini birleştirerek kendisine isim yapacak kadar mütevâzı’ olan meşhur, Dîvân Edebiyâtı şâiri Yusuf Nâbî, 1678 yılında ekseriyeti Osmanlı Devlet adamlarından müteşekkil Hacc kâfilesiyle birlikte yola çıkar. Ve başından şu tarihi şiirinin kıssası ortaya çıkar.

Kâfile Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’i ziyâret etmek için Medîne-i Münevvere’ye yönelir. Kâfilenin şehre yaklaştığı bir gecede son defa mola verilir. Kâfiledekiler kısa bir süre içinde yorgunluktan uykuya dalarlar. Gözüne günlerdir uyku girmeyen Peygamber âşığı Nâbî ise o gece de uyumamaktadır. Gözleri yaşlı, Mescid-i Nebevî’ye kavuşacağı ânı beklemektedir. Rasûlullah Efendimiz’e bu kadar yakın olmanın hazzı sebebiyle de yerinde duramayıp gezerken gözüne birisi takılır. Yüksek rütbeli devlet me’murlarından biri ayağını o yöne doğru uzatmış bir hâlde uyumaktadır. O anda bu zâtı uyaracak ve uyandıracak tarzda şu mübârek mısraları söylemeye başlar.

“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-i Hüdâdır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir makâm-ı Mustafâdır bu.
Habîb-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazîlette
Tefevvuk-kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâdır bu.

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâil
Amâdan açdı mevcûdât dü çeşmin, tûtiyâdır bu.
Felekde mâh-ı nev bâbüsselâmın sineçâkidir,
Bunun kandili cevzâ matla-i nûr-i ziyâdır bu.
Mürâ’ât-ı edeb şartıyle gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı kudsiyândır bûsegâh-ı enbiyâdır bu”

Mânâsı: Edebi terketmekten sakın; Burası Allâhü Teâlâ’nın Habibi’nin yeridir.
Burası Allâhü Teâlâ’nın nazar ettiği, Mustafâ (s.a.v.)’nın makâmıdır.

Habîb-i Kibriyâ’nın yeridir ki; Fazilette üstünlük bakımından Allâhü Teâlâ’nın arşının üstündedir.
Bu mübârek toprağın parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi.

Yaratılmışlar iki gözünü körlükten açtı,
Zîrâ burası kör gözlere şifâ veren bir sürme gibidir.

Gökyüzündeki hilal onun kapısının yüreği yaralı âşığıdır.
O gökyüzündeki hilâle ışığının nûrundan veren kandildir.

Ey Nâbî! bu dergâha edebin şartlarına riâyet ederek gir.
Zîrâ burası meleklerin etrafında pervâne olduğu ve peygamberlerin hürmetle öptüğü tavaf yeridir.”

Bu mısraları işiten o zât hemen ayaklarını toplayarak doğrulur ve:

— “Ne zaman yazdın bunu? Senden ve benden başka duyan oldu mu?” diye sorar. Yusuf Nâbî de:

— “Daha önceden hiç söylememiştim. Şu anda sizi bu halde uzanmış görünce elimde olmayarak yüksek sesle söylemeye başladım. İkimizden başka bilen yok.” der. Bu sözler üzerine rahat bir nefes alan zât:

— “Mâdem ki bu şiiri burada söyledin, burada kalsın. İkimizden başkası duyarsa, senin için iyi olmaz.” diye îkâz eder. Ancak takdîr-i ilâhî bu zâtın istediği şekilde olmamıştır.

Kâfile, sabah namazı vakti Medîne-i Münevvere’ye ulaşır. Onlar Mescid-i Nebevî’ye girerken müezzinler Ezân-ı Muhammedî’den evvel Nâbî’nin:

“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-i Hudâdır bu;

Nazargâh-ı İlâhîdir makâm-ı Mustafâdır bu” mısralarıyla başlayan naatını okuyorlardır. Nâbî hayretler içindedir. Birkaç saat önce çölün ortasında okuduğu bu şiiri, şimdi Mescid-i Nebevî müezzinlerinin yanık seslerinden dinlemektedir. Sabah namazını edâ ettikten sonra o yüksek rütbeli me’murla birlikte müezzinlerin yanına gider. Ve müezzinlerden birine:

— “Allâh aşkına Peygamber aşkına ne olursun söyle, Ezandan önce okuduğun naatı kimden, nereden ve nasıl öğrendin?” diye sorar. Müezzin de büyük bir heyecan içinde:

— “Resûl-i Ekrem Efendimiz bu gece Mescid-i Nebevî’deki bütün müezzinlerin rüyâsını şereflendirerek: “Ümmetimden Nâbî isimli biri beni ziyârete geliyor. Bana olan aşkı herşeyin üstündedir. Bugün sabah ezânından önce, onun benim için söylediği bu şiiri okuyarak Medîne’ye girişini kutlayın.” buyurdular. Biz de Rasûlullah Efendimiz’in emirlerini yerine getirdik” der. Kulaklarına inanamayan Nâbî gözyaşları içinde müezzine:

— Sahiden ümmetimden mi dedi? diye sorar ve:

— Evet, cevâbını alınca düşüp bayılır.

Kaynak: http://www.incemeseleler.com/tarihi-meseleler/1545-sakin-terki-edepten-.html

13 Mayıs 2010 Perşembe

Beklenen

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

Necip Fazıl Kısakürek

6 Mayıs 2010 Perşembe

Çok dokundu :(

Gazeteleri incelerken bugün şu yazıya rastladım. Bir kaç gün önce olan Sarıyayla baskınını anlatan bir yazıydı. Okumanızı tavsiye ederim. Göz göre göre, oradaki askerlerin şehit olmasına imkan verildiğini anlatıyor. Gelin karakolumuzu basın denmemiş bir tek. Bir de üstüne bu yazı gelince iyice dellendim diyebilirim. Yazılarda herşey anlatılıyor. Paramız yok diye karakolu güçlendiremedik diyen komutanların, 100 milyon dolara vip uçak aldıklarını, Türk halkı rahat uyusun, hava kuvvetlerimiz var diyen komutanların, karakol baskınında hava yağmurluydu bahanesini uydurmasını bir türlü anlayamıyorum ve bu bana çok dokunuyor. Bunlara şerefsizlik denir.

20 yaşındayım, okul dolayısıyla şuan askerde değilim. Ama okulum olmasaydı belki karakoda baskın yiyen askerlerden biri de ben olacaktım. Bir an için kendimi onların yerine koydum. Karakolda asker olduğumu, ve bu karakolun baskın yiyebileceği istihbaratını aldığımızı ama buna rağmen gerekli ekipmanlarımızın, imkanlarımızın olmadığını düşündüm. Sonra baskın yediğimizi, arkadaşlarımın şehit olduğunu düşünüyorum. Sabaha kadar tek bir yardımın bile gelmediğini düşünüyorum. İsyan edesim geliyor. Bunun sebi olan herkese küfredesim, bela okuyasım geliyor. Bağırmak, o sorumluları tek tek bulup hesap sormak istiyorum. İçimdeki bütün nefreti üzerlerine kusmak istiyorum. HAİNLER demek istiyorum.

Yıllardır bu ülkede terörle mücadele yöntemlerinin yanlış olduğu, 3 kurşun atan askerlerin çatışmaya gönderildiği, karakolların güvensiz olduğu... konuşuluyor. Hiç mi birini dikkate almadınız lan. Hiç mi Allah korkusu yok sizde? Bir gün o çocukların hesapları sorulmaz mı sizden?

İlk yazıda askerin şu sözü dikkatimi çekti "İşte ben de onu soruyorum. Baksanıza ambulans gidebilmiş. Sizce neden araç çıkarmamışlar? Kesinlikle ihmal var... Ama komutanlar tanrı yani, sorgulayamayız ki." Onlar da elbet birgün sorgulanacak. Onların da hesapları kesilecek, fişleri önlerine koyulacak. Bugün belki 70 milyon insan o ihmali olanlara hesap soramıyor ama o gün geldiğinde her biri hesap soranın karşısında tir tir titrecekler. 

Hırsımı, sinirimi, nefretimi biraz olsun düşüren birşey varsa o da, bu adamlardan bu dünyada olmasa da ahirette hesap sorulacağı. Ordaki hesap burdaki hesaplar gibi de olmayak. O komutanların herbirinin üstünde tüm milletin hakkı var. O hakkın altında ezilecekler.

Çok dokundu bana. Duygularımı doğru düzgün yazamadım bile nefretimden. Kendime de nefret besliyorum. Biz nasıl daha zevkle, rahatla, parayla, neşeyle... yaşarız derken, bizim yaşımızdaki insanlar, bazılarının bilerek yaptıkları ihmaller yüzünden can veriyor. Adil değil bu!